Mustafa Kemal Atatürk’ün Katıldığı Savaşlar ve Cepheler - Ders Kitabı Cevapları

Yeni Yayınlar

Haziran 03, 2018

Mustafa Kemal Atatürk’ün Katıldığı Savaşlar ve Cepheler

Edit
 DERS KİTABI CEVAPLARINA BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ! 

Mustafa Kemal Atatürk’ün Katıldığı Savaşlar ve Cepheler 

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün askerlik hayatı boyunca katıldığı savaşlar ve yer aldığı cepheler ile ilgili bilgiler. Cepheden cepheye Mustafa Kemal Atatürk.


Mustafa Kemal, kurmay yüzbaşı olarak öğrenimini tamamladıktan sonra ilk görev bölgesi olan Şam’a atandı. Burada gizli siyasi faaliyetlerini başlatmanın yollarını aradı. Kendisi gibi memleketin durumuna üzülen arkadaşlarıyla beraber Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurdu ve bu cemiyetin Beyrut, Yafa ve Kudüs’te örgütlenmesi için çalışmalar yaptı. Kısa süre sonra Fransız ihtilali’nin getirdiği yenilikçi düşüncelerin daha etkili olduğu Makedonya’da örgütlenmenin daha doğru olacağını düşündü. Bu nedenle, cemiyetin merkezini Selanik’e taşıdı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Katıldığı Savaşlar ve Cepheler
Mustafa Kemal Atatürk’ün Katıldığı Savaşlar ve Cepheler 

Selanik’te kaldığı dört aydan sonra Şam’a döndü ve topçu stajını tamamladı. Bu görevin sonunda da kolağası rütbesine yükseltildi. Aynı yıl, önce Şam’daki Ordu Kurmay Heyeti’ne daha sonra merkezi Manastır’da bulunan 3. Ordu’ya atandı. Bu sıralarda, Selanik’teki Vatan ve Hürriyet Cemiyeti üyelerini de içine almış olan İttihat ve Terakki Cemiyeti faaliyet halinde idi. Mustafa Kemal de Selânik’e geldikten sonra bu cemiyete dahil olarak hizmet görmeye başladı. Memleketin istibdat idaresinden kurtarılması ve yapılacak yenilikler onun da temel düşüncesiydi. Selanik’e gelişini takiben kısa bir süre sonra 22 Haziran 1908’de Üsküp-Selanik arasındaki demiryolu müfettişliği de 3. Ordu Karargâhındaki görevine ek olarak kendisine verildi. Bu dönemde Rumeli’de faaliyet gösteren İttihat ve Terakki Cemiyeti II. Abdülhamit’i, 1876 Anayasası’nı yeniden yürürlüğe koymaya ve kapatılan Meclis-i Mebusan’ı tekrar toplantıya çağırmaya zorlamaktaydı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bu girişimleri adım adım II. Meşrutiyetin ilânını hazırladı.

23 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrutiyet ilân edildiği zaman Mustafa Kemal, kolağası rütbesiyle Selanik’te askerî görevini sürdürmekte, bir yandan da İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde çalışarak İstanbul’daki siyasi gelişmeleri yakından izlemekteydi. Mustafa Kemal II. Meşrutiyet gibi büyük bir inkılâbı takiben yapılanları yeterli görmüyor; memlekette daha büyük ve daha köklü değişikliklerin gerçekleştirilmesi gerektiğine inanıyordu. Onun görüşleri İttihat ve Terakki Cemiyeti ileri gelenlerinin görüş ve düşünceleriyle uyuşmuyordu. Buna rağmen fikirleriyle zamanın söz sahibi kişilerini uyarmaktan da çekinmiyordu. II. Meşrutiyet’in ilânının üzerinden henüz bir yıl geçmemişti ki İstanbul’da 13 Nisan 1909’da bu harekete karşı, gerici çevrelerce desteklenen büyük bir isyan gelişti. Mustafa Kemal, 31 Mart Olayı olarak bilinen bu isyanı bastırmak üzere Rumeli’de oluşturulan Hareket Ordusu’nun Kurmay Başkanlığı’na getirildi ve bu ordu ile 19 Nisan 1909 tarihinde istanbul’a geldi.



Hareket Ordusu’nun gerek yoldaki gerekse İstanbul’daki sevk ve idaresinde Kurmay Başkanı olarak önemli hizmetler yaptı. Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girdiği gün halka hitaben yayınladığı bildiriyi de kendisi yazmıştı. Hareket Ordusu’nun duruma hâkim olmasından sonra II. Abdülhamit tahttan indirildi, yerine Sultan Mehmet Reşat getirildi.

Mustafa Kemal, bu gerici olayın bastırılmasından sonra istanbul’da çok kalmayarak 16 Mayıs 1909’da tekrar Selanik’e döndü. Bu sıralarda Selanik ve çevresinde yapılan manevralarda, tatbikatlarda düşünce ve görüşlerini cesaretle savunuyor, bu ise bazı üstlerinin dikkatini çekerken bazılarının da tahammülsüzlüğüne sebep oluyordu. Kendisi, bir yandan da askerî eğitim konuları üzerinde telif ve tercüme eserler hazırlıyordu.

O, II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra ordunun İttihat ve Terakki ile sıkı ilişkisinin ve siyasete karışmasının tehlikelerini sezinlemeye başlamış, bu görüşlerini 22 Eylül 1909’da Selanik’te toplanan İttihat ve Terakki Büyük Kongresi’nde açıkça dile getirmişti. Fakat cemiyetin önde gelenleri onun bu görüşlerini paylaşmadılar.

Mustafa Kemal de kendisini cemiyetten uzak tutarak doğrudan doğruya askeri görevler verdi. İttihat ve Terakki ile anlaşmazlığı ve aralarının açılması böyle başladı. Mustafa Kemal, Selanik’teki görevini başarı ile yürütürken 1910 yılı eylül ayında askeri manevraları izleme amacıyla Fransa’ya gönderildi. Burada Fransız ordusunu ve komutanlarını yakından tanıdı.

Selanik’e dönüşünden kısa süre sonra Mart 1911’de Arnavutluk’ta bir isyan çıktı. Bu isyanı bastırmak üzere düzenlenen, harekâtta Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın yanında görev aldı.

Mustafa Kemal, 15 Ocak 1911’de 3. Ordu Karargâhı’ndaki görevinden alınarak önce 5. Kolordu Karargâhı’nda, daha sonra yine Selanik’te bulunan 38. Piyade Alayı’nda görevlendirildi. Bu atamadaki amaç, kendisine kıta hizmeti gördürerek onu başarısızlığa sürüklemek, bu suretle şevk ve hevesini bir ölçüde kırmaktı. Ama O, bu görevde de büyük başarılar gösterdi; ^skiden olduğu gibi yine komutanlarının, arkadaşlarının sevgi ve saygısını kazandı.

Selanik garnizonundaki subaylar gittikçe onun etrafında toplanıyordu. Bu durum 3. Ordu Müfettişliğinin hoşuna gitmedi. Onu Selanik’teki görevinden alarak 27 Eylül 1911 tarihinde İstanbul’da Genelkurmay Başkanlığı’nda bir göreve tayin ettiler. İstanbul’a gelerek bir süre Genelkurmay Başkanlığı’nda çalıştı.

5 Ekim 1911’de İtalyanlar Trablusgarp’a hücum ederek istilâ hareketlerine başlamışlardı. Mustafa Kemal, bu bölgede görev almak üzere 15 Ekim 1911’de istanbul’dan ayrıldı. Trablusgarp’a geldikten sonra bir süre Tobruk ve Derne bölgelerinde gönüllülerden oluşan mahalli kuvvetlerin başında bulundu ve başarılı bir mücadele verilmesini sağladı. 12 Mart 1912’de Derne Komutanlığı’na getirildi. Bu sıralarda 27 Kasım 1912 tarihinde binbaşılığa terfi etti.

1912 yılı Ekim ayında Balkan Savaşları başlamıştı. Mustafa Kemal, 24 Ekim 1912’de Trablusgarp’tan hareket ederek İstanbul’a geldi. 21 Kasım 1912’de Gelibolu’da bulunan Bahr-i Sefid Boğazı Ku-vay-ı Mürettebesi Komutanlığı Harekât Şubesi Müdürlüğü’ne atandı. Gelibolu’ya geldi.

Olaylar süratle gelişmiş, baba memleketi Selanik düşmüş, Bulgar Ordusu ilerleyerek Çatalca’ya kadar gelmişti. Bu kötü vaziyet kendisini çok üzdü. Bu cephede bir süre sonra Bolayır Kolordusu Kurmay Başkanlığı’na getirildi. Bu görevde iken, Dimetoka ve Edirne’nin düşmandan geri alınışında önemli bir rol üstlendi.

Mustafa Kemal, Balkan Savaşları’ndan sonra, 27 Ekim 1913 tarihinde Sofya Askeri Ataşeliği’ne atandı. 11 Ocak 1914 tarihinden itibaren Belgrat ve Çetine Ataşemiliterliklerini yürütme görevi de kendisine verildi. Sofya Ataşemiliterli-ği’ne atandığı günlerde yakın arkadaşı Ali Fuat(Cebesoy) da Sofya Elçiliği’ne atanmıştı. Mustafa Kemal, Sofya Ataşemi-literliği esnasında, 1 Mart 1914 tarihinde yarbaylık rütbesine terfi etti.

1915 yılı ocak sonlarına kadar Sofya’da kaldı. Bu sıralarda 1 Ağustos 1914’te Almanya’nın Rusya’ya savaş ilan etmesiyle I. Dünya Savaşı başlamıştı. Mustafa Kemal gelişen siyasi ve askeri olayları büyük bir dikkatle izlemekte; bir taraftan da görüş ve düşüncelerini Harbiye Nezareti’ne bildirmekteydi. Ona göre, katılma zorunlu hale gelmedikçe Osmanlı Devleti bu büyük savaşın dışında kalmalıydı. Ancak hızla gelişen olaylar, 29 Ekim 1914’te Osmanlı Devleti’ni de ister istemez ittifak Devletlerinin yanında savaşa girmek zorunda bıraktı. Mustafa Kemal, bu gelişmeler üzerine Başkomutanlıktan kendisine savaşta aktif bir hizmet istediyse de uzun süre bu isteği yerine getirilmedi. Nihayet ısrarı üzerine, kendisini 20 Ocak 1915 tarihinde, Tekirdağ’da oluşturulacak 19. Tümen Komutanlığı’na tayin ettiler.

Mustafa Kemal, bu tayin üzerine Sofya’dan ayrılarak istanbul’a döndü, derhal yeni görev yerine hareket ederek tümenini kurdu. Bu tümen kısa süre sonra görülen lüzum üzerine 25 Şubat 1915’te Tekirdağ’dan Maydos (Eceabat)’a nakledildi. Mustafa Kemal burada, 19. Tümen’e ek olarak 9,’Tümen’in iki Piyade Alayı ve bazı topçu birlikleri de emrine verilerek Maydos Mıntıkası Komutanı olarak görev yaptı.

Gelibolu Yarımadası’nda önemli olaylar oluyordu, ingiliz donanması 18 Mart 1915 günü Çanakkale Boğazı’nı geçmeye teşebbüs ettiyse de kıyı topçusunun başarılı savunması karşısında ağır kayıplar verdi. Donanmasıyla boğazı geçemeyen düşman, bu defa Gelibolu Yarımadası’nı bir çıkarma ile zorlamaya karar verdi. Olaylar bu şekilde gelişirken, Genelkurmay Başkanlığı da 23 Mart 1915 tarihinde Gelibolu’da 5. Ordu’nun kurulmasına karar vermiş, komutanlığına da Alman Generali Liman Von Sanders’i atamıştı.

Liman Von Sanders, muhtemel düşman taarruzuna karşı kuvvetlerini üç gruba ayırarak planını yapmıştı. Mustafa Kemal bu plan gereğince 18 Nisan 1915 günü tümeniyle Bigalı’ya geçti. Düşman birlikleri 25 Nisan 1915 günü Seddülbahir ve Arıburnu bölgesinden ilk çıkarma harekâtına başladı. Ancak çıkarma harekatının ilk günü, karşılarında Mustafa Kemal’i gördüler.

Mustafa Kemal, çıkarmanın başladığını görür görmez, kuvvetlerini hızla Bigalı’dan Conkbayırı’na sevk etti. Arıbur-nu’ndan Conkbayırı’na ilerleyen ingiliz kuvvetleri, o gün, Mustafa Kemal’in komuta ettiği 19. Tümen kuvvetlerinin taarruzuyla geri çekilmek zorunda kaldı.

Conkbayırı taarruzunda Türk askeri görülmemiş bir inanç ve cesaretle savaşıyor, tarihin en büyük kahramanlık sahneleri sergileniyordu. Dâhi komutan, kumandanlara verdiği emre şu tarihi cümleleri de eklemişti: “Ben, size taarruz emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar geçebilir!“

Düşman kuvvetlerinin 25 Nisan 1915 günü başlattığı çıkarma harekâtı, 26 ve 27 Nisan 1915 günleri de devam etti. İlerlemek isteyen ingilizlerle yer yer şiddetli çarpışmalar oldu; ancak her taarruz Türk askerinin kahramanca savunması karşısında başarısız kaldı.

Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesi’ndeki bu üstün başarıları üzerine 1 Haziran 1915’de albaylık rütbesine terfi etti. Düşman, Çanakkale’de başarı sağlayamamasına, ilerleme gösterememesine rağmen, yeni bir çıkarma yapmakta kararlıydı. Düşünülen çıkarmanın gerçekleşebilmesi için, her şeyden önce ilk direnç hatlarını oluşturan Arıburnu ve Seddülba-hir’deki Türk kuvvetlerinin yerlerinden sökülmesi gerekiyordu, ingilizler bu amaçla 6 ve 7 Ağustos 1915 tarihlerinde, takviyeli kuvvetlerle yeni bir taarruz daha denediler; düşman kuvvetleriyle, kuvvetlerimiz arasında şiddetli muharebeler oldu. Ancak, Mustafa Kemal’in aldığı önlemler sayesinde düşmanın bu taarruzu da başarısız oldu.

Arıburnu ve Seddülbahir’deki taarruz devam ederken İngilizler 6 Ağustos 1915 akşamı Çanakkale’nin güney kıyılarına da asker çıkararak ilerlemeye başladı. Böylece Anafartalar bölgesi de ansızın kritikleşti. Gelişen bu buhranlı durum üzerine Liman Von Sanders’in emriyle komuta değişikliği yapılarak, Anafartalar Grubu Komutanlığı’na 8 Ağustos 1915 tarihinde Albay Mustafa Kemal getirildi. 9 Ağustos 1915 tarihinde komutayı ele alan Mustafa Kemal, beklemeksizin aynı gün yaptığı taarruzla ilerleyen İngiliz kuvvetlerini tekrar çıkarma yaptıkları kıyılara itti. Aynı günün akşamı Conkbayırı bölgesine geçerek, buradaki kuvvetleri de 10 Ağustos 1915 sabahı taarruza geçirdi. Böylece düşmanın ilerlemesine imkân verilmemiş, aksine tutunduğu mevzilerden tamamen çıkarılarak Anafartalar bölgesine tam anlamıyla hâkim olunmuştu.



Mustafa Kemal, 25 Nisan 1915 taarruzunda olduğu gibi 9 ve 10 Ağustos taarruzlarında da bizzat ateş hattında bulunmuş, buradan emirler vermiş, bu davranışı yanındaki subay ve erler için ifadesi imkânsız cesaret kaynağı olmuştu.

Conkbayırı’nda kalbini hedef alan bir kurşun, cebindeki saate çarpıp geri döndüğünden mutlak bir ölümden kurtulmuştu. Bu muharebelerde gösterdiği kahramanlık, kararlılık ve yüksek komuta kudreti, kendisine memleket içinde ve dışında büyük ün sağlamıştır. Artık o, Anafartalar Kahramanı olarak anılmaya başlanmıştı. Aylarca süren çıkarma ve savaşlar sonucu ilerleme kaydedemeyen ingilizler; nihayet 1915 yılı aralık sonunda müttefikleriyle beraber Çanakkale’den çekilmişlerdi.
Düşmanların Çanakkale Boğazı’nı geçememesi, istanbul’un işgalini önlemiş, ingilizlerin, Marmara ve Karadeniz üzerinden müttefikleri Rusya ile bağlantı kurma hayallerini yıkmıştı. Bütün bu olaylar, bir anlamda, I. Dünya Savaşı’nın akışını etkiliyor, dünya tarihinin de yönünü değiştiriyordu. Bu savaşlarda İtilaf devletleri, insan, araç ve gereç yönünden Osmanlı’dan çok üstündü. Ancak onların unuttukları nokta, Türk askerinin tarihsel kahramanlığı ve bu kahramanlığı yönlendiren Mustafa Kemal faktörü idi.

Mustafa Kemal, Çanakkale Muharebeleri’nin eski şiddetini kaybettiği 1915 yılının son aylarında, son bir taarruzla düşmanı tutunduğu kıyılardan da sökerek onu tam mağlûp duruma düşürmek görüşündeydi. Ancak bu teklifi, ordu komutanı Liman Von Sanders tarafından, düşmanın da kıyıdan yapacağı topçu ateşinin ağır kayıp verdirebileceği endişesiyle benimsenmedi. Artık bu cephede yapacak bir şey kalmamıştı. Mustafa Kemal, 10 Aralık 1915’te Anafartalar Grubu Komutanlığı’nı, Fevzi (Çakmak) Paşa’ya bırakarak izinli olarak Çanakkale’den ayrıldı ve istanbul’a döndü.

Mustafa Kemal, 27 Ocak 1916’da karargâhı Edirne’de bulunan 16. Kolordu Komutanlığı’na atandı. Kısa süre sonra bu Kolordu’nun aynı isimle Diyarbakır taşınması kararı üzerine yine Kolordu Komutanı olarak 11 Mart 1916’da Diyarbakır-Bitlis-Muş Cephesi’ne tayin edildi. Mustafa Kemal, 26 Mart 1916’da Diyarbakır’a gelerek komutayı ele aldı. 1 Nisan 1916’da generallik rütbesine yükseltildi. Diyarbakır’a geldikten sonra kısa bir hazırlık yaptı ve 3 Ağustos 1916 sabahı emrindeki kuvvetleri Bitlis ve Muş yönünde taarruza geçirdi.

Ruslarla iki tümenimiz arasında taarruz ve karşı taarruz şeklinde şiddetli çarpışmalar oldu. Nihayet 8 Ağustos 1916 sabahı Muş, aynı günün akşamı Bitlis kuvvetlerimiz tarafından düşman işgalinden kurtarıldı. Muş, ne yazık ki 25 Ağustos 1916’da tekrar Rusların eline geçti. Mustafa Kemal Paşa, Aralık 1916’da Ahmet İzzet Paşa’nın izinli Liman Von Sanders ile olarak bir süre istanbul’a gitmesi üzerine vekâleten 2. Ordu Kumandanlığı’na tayin edildi. Mustafa Kemal Paşa, 2. Ordu Komutanlığı sırasında, 14 Mayıs 1917’de Muş’u ikinci defa Rus işgalinden kurtardı.

Karargâhı Diyarbakır’da olan bu ordunun Kurmay Başkanı Albay İsmet (İnönü) Bey’di. Büyük Komutanın İnönü ile yakından tanışması, emir komuta zinciri içinde çalışması bu tarihlere rastladı.

Mustafa Kemal Paşa,14 Şubat 1917’de Hicaz Kuvve-i Seferiyesi Komutanlığı’na atanması üzerine Şam’a giderek Sina Cephesi’ni teftiş ettiyse de 5 Mart 1917 tarihinde Diyarbakır’da 2. Ordu’ya vekâleten komutan olarak atandı. Tekrar Diyarbakır’a dönen Mustafa Kemal Paşa, 16 Mart 1917’de asil olarak 2. Ordu Komutanlığı’na getirildi. Fakat bu görevde de çok kalmayarak 5 Temmuz 1917 tarihinde Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na bağlı olarak Halep’te kurulması kararlaştırılan, 7. Ordu’nun başına getirildi. Bu cephenin idaresi Falkenhein adlı bir Alman generaline verilmişti. Mustafa Kemal Paşa, 15 Ağustos 1917 günü Halep’e gelerek göreve başladı. Fakat bir süre sonra General Falkenhein ile aralarında askeri görüşler ve uygulanacak harekat bakımından anlaşmazlık çıktı, bu anlaşmazlık sonucu 1917 Ekim başlarında istifa etmek zorunda kaldı.

Kendisine tekrar Diyarbakır’daki eski görevi teklif edildiyse de kabul etmeyerek istanbul’a geldi. 7 Kasım 1917’de Genel Kurmay Karargâhı’nda görevlendirildi. Kısa bir süre sonra Veliaht Vahdettin Efendi’yle birlikte Alman karargâhını ve Alman cephelerini ziyaret etmek üzere Almanya seyahatine çıktı.

15 Aralık 1917-4 Ocak 1918 tarihleri arasında gerçekleşen bu seyahat sırasında Mustafa Kemal, Alman askeri çevrelerinde incelemeler yaparak Alman imparatoru II. Wİlhelm ve devrin tanınmış komutanlarıyla görüştü. Onlara, hoşlanmasalar da I. Dünya Savaşı’nın muhtemel sonuçları hakkındaki görüşlerini açıkça ifade etti.

Mustafa Kemal Paşa, 20 gün süren Almanya seyahatinden istanbul’a döndükten bir süre sonra böbrek rahatsızlığı nedeniyle Karlsbad’a giderek tedavi gördü. 13 Ma-yıs-4 Ağustos 1918 tarihleri arasında gerçekleşen bu seyahat dönüşü General Falken-hein’in yerine Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na getirilmiş olan General Liman Von Sanders’in emrindeki 7. Ordu’ya Ağustos 1918’de tekrar komutan oldu ve 15 Ağustos 1918 günü Halep’e geldi.

Mustafa Kemal Paşa, bu cephede İngilizlere karşı başarılı savunma savaşları yaptı. Takviyeli İngiliz kuvvetleri karşısındaki başarısı ve azmi sayesinde, bu bölgedeki Türk Ordusu dağılmaktan kurtarılmış; büyük bir düzen içinde Halep’e kadar çekilme başarısını göstermişti. Ancak bu sıralarda I. Dünya Savaşı, Almanya ve müttefikleri aleyhine gelişiyordu. 29 Eylül 1918 tarihinde Bulgaristan savaştan çekilmiş, 4 Ekim 1918 tarihinde de Almanya ateşkes istemişti, istanbul’da Talat Paşa Kabinesi istifa etmiş, yeni kabineyi Ahmet İzzet Paşa kurmuştu. Bu gelişmeler karşısında Mustafa Kemal Paşa yetkili makamlara, askerî ve siyasî önerilerine devam ettiyse de yine kabul ettiremedi.

30 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı Devleti, itilâf Devletleri ile Mondros Mütarekesini imzalayarak I. Dünya Savaşı’ndan çekildi. Mustafa Kemal Paşa, Mondros Mütarekesi’nin imza edildiği günün ertesi, 31 Ekim 1918 tarihinde Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na getirildiyse de artık yapacak bir şey kalmamıştı. 7 Kasım 1918 tarihinde bu Grup Kumandanlığımın da Padişah iradesiyle kaldırılması üzerine Adana’dan hareketle 13 Kasım 1918 günü istanbul’a geldi. Artık Türkiye, mütareke şartlarını yaşıyordu ve kendisi de Harbiye Nezareti emrine verilmiş bir ordu komutanıydı.

İŞGAL YILLARINDA MUSTAFA KEMAL

Memleket ve milletin içinde bulunduğu şartlar ağırdı. Büyük bir savaş sonunda, mağlup bir devlet olarak 30 Ekim 1918’de “Mondros Mütarekesi” adı verilen şartları ağır bir anlaşma imzalanmış, bu anlaşma şartlarına dayanılarak memleketin birçok bölgesi galip devletlerce işgal edilmiş, ordumuz dağıtılmış, bütün silâh ve cephane galip devletlerin emrine verilmişti. Osmanlı tamamen parçalandığı gibi, Türkün anayurdu, Anadolu da galip devletler arasında paylaşılıyordu.

İtalyanlar Antalya’ya çıkmıştı, iskenderun, Adana, Mersin, Antep, Maraş, Urfa, Fransız işgali altındaydı. Kars’ta ingilizler idareyi ele almıştı. Trakya işgal altındaydı. Düşman donanması istanbul sularında demirlemişti. Çanakkale ve İstanbul boğazları tutulmuştu, istanbul Hükümeti İtilâf Devletleri’nin baskı ve kontrolü altındaydı. Padişah ve hükümet, düşmanlara alet olmuş, aciz ve şaşkın bir vaziyette sadece kendileri için emniyet ve kurtuluş yolu aramaktaydılar. Anadolu’nun her şehrinde yabancı subaylar dolaşıyor, İtilâf Devletleri temsilcisi sıfatıyla direktifler veriyorlardı. Yunanlılar da İzmir’i işgal hazırlıkları ile meşguldü; bu yolda büyük çaba harcıyorlar, İtilâf Devletleri’ni ikna etmeye çalışıyorlardı.

Nihayet 15 Mayıs 1919’da bu gayelerine eriştiler. Olayların bu şekilde gelişeceğini Mustafa Kemal, önceden sezinle-mişti. Nitekim Mondros Mütarekesi’nden beş gün sonra, 5 Kasım 1918’den itibaren Harbiye Nezareti’nden Mondros Mütarekesi gereğince ordulara terhis emirleri gelmeye başladı. Atatürk, aynı gün Adana’dan Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya ilk ikaz telgrafı nı çekti; “Ciddî olarak arz ederim ki gereken tedbirleri almadıkça orduyu terhis etmeyiniz/ Şayet orduları terhis edecek ve ingilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak düşman ihtiraslarının önüne geçmeye imkân kalmayacaktır”. Bu, Atatürk’te, her şey bitti sanılan bir zamanda da kurtuluş umudunun sönmediğini, birçok kişinin düştüğü üzüntü ve umutsuzluğa asla kendisini kaptırmadığını gösterdi.

Fakat acıdır ki Mustafa Kemal Paşa tarafından yapılan bütün bu haklı itirazlar etkisiz kaldı ve ordunun terhisine süratle devam edildi. Çünkü genel kanaat, İtilâf Devletleri ile herhangi bir mücadeleye giremeyeceğimiz, böyle bir mücadelenin aleyhimize sonuçlanacağı yönündeydi. O halde İtilâf Devletleri’ni gücendirmeyecek, Mondros Mütarekesi şartlarını yerine getirecektik. İstanbul Hükümeti’nin görüşü ve davranışı bu yolda idi. Bu ortamda Mustafa Kemal Paşa ordu müfettişi olarak Samsun’a gönderildi. İstanbul Hükümeti’nin Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderiş gerekçesi ise Samsun ve çevresindeki asayişsizliği yerinde görüp incelemek ve tedbir almaktan ibaretti. Hükümete verilen İngiliz raporlarında, bu bölgede Türklerin, Rumlara karşı gerilla hareketine giriştikleri ve bölgenin asayişini bozdukları bildirilmekte ise de durum tam tersine idi. Bu bölgede, Pontus Rum Devleti kurma amacına yönelik geniş bir Rum faaliyeti vardı. Baskı gören Rumlar değil, Türklerdi. Rum Patrikhanesi’nden idare edilen Mavri Mira Cemiyeti bu bölgede kurduğu çetelerle Türk köylerini basıyor, katliamlar yapıyor, yerli halkı yıldırmak istiyordu. Bu girişimlere karşı vatansever Türkler de aralarında çeteler oluşturmuşlar, bölgedeki Rumlarla mücadeleye başlamışlardı. Bütün bu gerçeklere rağmen, Mustafa Kemal Paşa’ya verilen talimat gereğince bölgedeki Türklerin direnmeleri önlenecekti. Mustafa Kemal Paşa, görevi kabul etmek için Ordu Müfettişliği sıfatı ve geniş yetkiler istedi, istanbul Hükümeti bu istekleri kabul etti.

Saray ve istanbul Hükümeti, Mustafa Kemal Paşa’nın bu görevi yapacağını sanmıştı. Oysa Mustafa Kemal’in düşünceleri tamamen başka idi. Ama bu görev, kuşkuları çekmeksizin Anadolu’ya geçmek için değerlendirilmesi gereken bir fırsattı. Kendisine verilen yetkileri de, geri alınıncaya kadar milletin çıkarları adına kullanmak vicdanî bir davranıştı. Aslında olayların akışı da kısa zamanda bunu ispatlayacaktı. Mustafa Kemal Paşa, istanbul’dan ayrılmadan önce başta sadrazam olmak üzere kabine üyelerinin hemen hepsiyle ve en sonunda padişahla görüşmüştü. Fakat bu kişilerin hiçbirinde memleketi içinde bulunduğu durumdan kurtaracak bir enerji, bir umut ışığı görmemiş, görememişti. İstanbul Hükümeti’nin ve padişahın davranışlarında İtilâf Devletleri’ni gücendirmemek görüşünün ağır ezikliğini hissetti. Oysa onların kararlarına uymak değil, karşı koymak gerekiyordu.İşte Anadolu’ya bu amaçla gidiyordu.

Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’dan ayrılırken yakın arkadaşlarına söylediği şu sözler bu bakımdan büyük önem taşımaktadır: “Düşman süngüsü altında milli birlik olamaz. Ancak hiir vatan topraklarında memleketin istiklâli ve milletin hürriyeti için çalışılabilir. Bu gayeyi gerçekleştirmek üzere Anadolu ‘ya gidiyorum “.

16 Mayıs 1919 günü Bandırma vapuru ile İstanbul’dan hareket eden Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun’da Anadolu topraklarına ayak bastı. Padişah ve hükümetini saran bu umutsuzluğa rağmen, milletimiz, haksız işgal ve istilâlara karşı yurdu müdafaa yolunda her çabayı gösteriyor; memleketin çeşitli yörelerinde düşmanla mahalli kuvvetler arasında çarpışmalar oluyordu. Diğer taraftan düşmana karşı koymak ve kurtuluş çareleri aramak üzere Anadolu’da yer yer milli teşkilâtlar oluşturuluyordu. Ancak bütün bu kuruluşlar, ayrı ayrı çalışmaları nedeniyle istenilen ölçüde etkili olamıyorlar, bütün memleketi kapsayan bir hareket ve birlik gösteremiyorlardı.

Mütareke Türkiye’si, aklın alamayacağı derecede karışıktı. Bölgesel direniş hareketlerine öncülük eden Müdafaa-i Hukuk, Muhafaza-i Hukuk, Redd-i İlhak gibi cemiyetlerin yanı sıra özellikle istanbul’da güya kurtuluş çareleri arayan yüzlerce cemiyet kurulmuştu. İngiliz Muhipleri Cemiyeti, VVilson Prensipleri Cemiyeti, Türk-Fransız Muhipleri Cemiyeti, bunların başlıcalarıdır. Kurtuluş çareleri değişikti. Bir kısmı İngilizlerin, bir kısmı Fransızların himayesini istiyordu, bir kısmı Amerikan mandasını öneriyordu. Bir kısım kimseler de Mondros Mütarekesi gereğince padişah ve halife için hükümranlık hakkı tanınan küçük bir bölgede Osmanlı Devleti’ni sembolik olarak devam ettirme düşüncesinde idiler. Memleketin içinde bulunduğu karışıklıktan istifade eden bazı cemiyetler de vatan toprakları üzerinde millî birliği parçalayıcı faaliyetlere girişmişlerdi.

Bu durum karşısında ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi? Tarih kültürü çok geniş olan ve tarihten sonuç çıkarmasını çok iyi bilen Atatürk, gerçek kararı sezmekte gecikmedi. Bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da milli egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak idi. Atatürk’e göre önemli olan Türk Milleti’nin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıydı. Ne kadar zengin ve refah içinde olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık görülemezdi. Yabancı bir milletin himaye ve efendiliğini kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, acizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildi. Halbuki Türk’ün haysiyet ve gururu çok yüksek ve büyüktü. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun daha iyiydi. Öyleyse Milli Mücadele’nin parolası Ya istiklâl ya ölüm! olacaktı.

Artık Anadolu’ya geçerek Millî Mücadele bayrağını açmak gerekiyordu. İşte bu sıralarda, Mustafa Kemal Paşa’yı istanbul’dan uzaklaştırmak amacıyla, kendisine Ordu Müfettişliği teklif edildi. Mustafa Kemal Paşa, kendisine geniş yetkiler tanıyan bu görevi kabul etti. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışından ölümüne kadar geçen süreçte Atatürk Türk Milleti’nin bağımsızlığı ve mutluluğu için çalıştı.

Atatürk’ün 57 yıllık kısa hayatına baktığımız zaman, Türk Milleti’ni çağdaş medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak için yaptığı çalışmalar ve bu uğurda harcanan bir ömür görülmektedir.

Bugün milletçe yas tutup ağlamak yerine En büyük eserimdir diye her zaman övündüğü Türkiye Cumhuriyeti Dev-leti’nin kurucusu yüce önder Atatürk’ü, hayatını ve eserlerini, ilke ve inkılaplarını tekrar gözden geçirip onu daha iyi anlamaya çalışmalıyız. Böylece devletimizin hangi şartlarda bugüne geldiğini ve Atatürk’ün emanetlerini daha ileriye götürmek için bizlere ne gibi görevler düştüğünü daha iyi kavrarız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder