DERS KİTABI CEVAPLARINA BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ!
TÜKETİM TOPLUMU BAĞLAMINDA BOŞ ZAMANLARIN KURUMSALLAŞTIRDIĞI
BİR MEKÂN: ALIŞVERİŞ MERKEZLERİ (AVM)
BİR MEKÂN: ALIŞVERİŞ MERKEZLERİ (AVM)
Özet
Modern kapitalist sistem bugün kendini, kentlerdeki alışveriş merkezlerinde ifade etmektedir. Tüketim toplumu olarak isimlendirdiğimiz günümüz toplumunda, bu merkezler kentlerin bir gerçeği konumundadır. Geçmişin üretimle ilişkilendirilen büyük kentleri, bugün tüketimin yoğunlaştırıldığı alışveriş merkezlerine ev sahipliği yapmaktadır. Modernleşme, sanayileşme ve kentleşme süreçlerinin bir ürünü olan bu mekânlar, bir yandan tüketimi hızlandırmakta diğer yandan da insanların boş zamanlarını burada değerlendirmesine neden olmaktadır. Modern birey iş yaşamının dışında kalan zamanın önemli bir kısmını buralarda alışveriş yapmak, eğlenmek, dinlenmek ve arkadaşlarla görüşmek gibi nedenlerle geçirmektedir. Bir ihtiyacı karşılaması, bu ihtiyacı karşılarken sistemli olması, karşılanma şeklini tesadüflükten kurtarması ile “boş zaman”ın kurumsallaştırmasına etki etmektedir. Çalışma, alışveriş merkezlerinin tüketim toplumundaki yeri ve boş zamanın kurumsallaşmaya etkisini çözümlemeyi amaçlamaktadır. Konuya teorik açıdan yaklaşan çalışmada, sanayi öncesi toplumdan tüketim toplumuna geçiş ve günümüzde bu alışveriş merkezlerinin zaman kullanımındaki yeri başlıklarına yer vermektedir.
Her toplumsal aşama, kendinden önceki süreçlerin ortaya çıkardığı ekonomik, sosyal ve kültürel özelliklere dayalı olarak biçimlenmektedir. Her ne kadar kendi özgünya pılanmasını öncekilerden ayrıştığı noktada kazansa da toplumsal aşamalar, içinden çıktığı önceki koşulların sonucudurlar. bugün özelliklerini tartıştığımız tüketim toplumu, birçok yapı özelliğini sanayi toplumuna borçludur. Modernleşme, sanayileşme ve kentleşme süreçleri içinde olduğumuz toplumsal aşamanın hazırlayıcıları olmuşlardır. Bu gerçeğe bağlı olarak “boş zaman” olgusu kurumunu ortaya çıkaran sanayi öncesi doğal toplum ve onu izleyen sanayi toplumuna konu başlığı bağlamında bakmak gerekir. Sombart, kapitalizm öncesine ait insanı “doğal insan” ve toplumu ise “doğal toplum” olarak nitelendirir. “Doğal toplum”da yaşayan insanın acelesi ve koşuşturması yoktur; çabalarının ve meşguliyetlerinin merkezinde etiyle kemiğiyle insan bulunur; ilgilendiği ekonomik faaliyetlerinde ölçü insandır; maddi tüketimi ne kadar artarsa o kadar üretir, ne kadar harcarsa o kadar para kazanır; bu anlamda bir denge söz konusudur. Kişisel keyfine göre değil, ait olduğu toplumsal konumuna göre gereksinimlerini belirler; dünyasında ne kendi çıkarı için bir diğerini yenmek, onu al aşağı etmek, ne de yarın endişesi ve hatasız hesaplama yapma düşüncesi vardır; kendisine keyifli bir yaşam sağlayacağından fazlasını istemeyecek kadar sağduyulu; geçineceğiyle yetinecek kadar kanaatkâr; hemen tüm gündelik hayatın işlerini canı istediği şekilde ve bir eğlence havasında gerçekleştiren doğal insan, kendi için boş zamanı üretir. Bu bağlamda daha sonra önemli bir değer olacak olan zenginlik hoşlanılan bir durum olmadığı gibi zenginliği elde edebilecek acelecilik, rekabet, aşırı çalışma ve biriktirme söz konusu olmamıştır (Sombart, 2008: 21- 28, 160-163). Dolayısıyla üretim ve tüketimi içeren bir ekonomi olgusu, sanayi öncesi doğal toplumsal aşamada sosyal yaşamın bir yönü olarak var olmuştur. Modernleşme ve sanayileşmeyle birlikte ekonomi, giderek diğer yaşam alanları üzerinde bir belirleyicilik kazanmaya başlamıştır. Sanayi öncesi toplumsal aşamada, çalışma ve artı ürün yaratma diye bir şey söz konusu değildir. Sanayi öncesi insanı için iş/güç görme, gündelik hayatın doğal seyri içinde gerçekleşen herhangi bir sürece karşılık gelir. Bugünkü anlamda kavranılan çalışma olgusu, ilk kez sanayileşme döneminde belirmiştir. Modern çağda sanayileşmenin beraberinde getirdiği çalışma, bundan sonraki dönemin merkezi unsuru olmuştur. Üretime dayalı kapitalist sanayi düzeninde fabrikaların, atölyelerin ve büyük işletmelerin ayakta kalabilmesi, yoğun iş gücüne ve çalışmaya bağlıdır. Bundan sonraki dönemin insanı için, yaşayabilecek kadar değil daha fazlası için çalışmak gerekmektedir (Bozkurt, 2000: 19, 21). Dolayısıyla, sanayi öncesi toplumda zamanı kontrol altına almak ya da zamanı “çalışma” ve “çalışma dışı” şeklinde bir kategorileştirilmesi söz konusu değildir. Modernleşme ve sanayileşme yaşamı, çalışma yaşamı ve serbest yaşam şeklinde ikiye ayırmıştır. Böylece iş dışında kalan bir zaman dilimi belirmiş ve bu sürenin değerlendirilmesi zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Sanatsal etkinlikler, spor aktiviteleri, eğitsel faaliyetler ve kişisel hobileri geliştirecek birçok alanın ortaya çıkması hız kazanmış ve ekonomik sistem, boş zamanın değerlendirilmesi için kendi içinde çok farklı alanlar yaratmıştır. Yakın tarihte büyük bir ivme kazan alışveriş merkezleri de, “boş zaman”ın değerlendirilmesinde önemli bir noktayı işaretlemektedir. Zamanı iyi kullanmayı ve kontrol altına almayı üretimin yapıldığı çalışma zamanında öğrenen modern kentli, bunu çalışma zamanının dışındaki serbest zaman diliminde de uygulamaya koymaktadır. Hafta içi çalışma saatleri dışındaki saatleri ve hafta sonunu, en verimli şekilde değerlendirmek isteyen modern birey, gezmek, dolaşmak, alışveriş yapmak ve eğlenmek gibi sosyal aktivitelerini bu zaman dilimlerine sığdırmaya çalışmaktadır. İşte tam bu noktada AVM’ler oldukça önemli mekânlar olmaktadır. İçinde bulundurduğu ulusal ve uluslar arası markalardan oluşan her türlü modern ürün ve hizmet alıcısını burada beklemektedir. Ebeveynlerin alışverişi esnasında çocukların bırakılacağı “çocuk bakım” mağazalarından, çiçekçiye; oto yıkama hizmetinden saç bakım merkezlerine, bowling salonu ve buz pistine kadar tüketim kültürünün bireye satın alması için ikna ettiği çok farklı mal, ürün ve hizmeti içinde barındıran bu alışveriş merkezleri, hayatı kolaylaştırmakta ve eğlenceli kılmaktadırlar. Modern bireyi iş hayatının stresinden, modern kent hayatının monotonluğundan, gündelik işlerin karmaşıklığından çıkararak; onun “boş zaman”ını iyi, güzel ve verimli değerlendirilmesine fırsat tanımaktadırlar. Alternatifleri diğerlerinden daha büyük, çok katlı ve farklı çeşit bulunduranları olan bu merkezler, “boş zaman”ın kurumsallaşmasına katkıda bulunmaktadırlar. Çalışma hayatının ve temel günlük yaşamın dışındaki tüm zamanlarda tercih edilerek süreklilik kazanması, toplumun önemli bir kesimi tarafından ziyaret edlerek onaylanması, tüketim kültürü tarafından tavsiye edilerek meşrulaştırılması, alışverişi ve harcamayı sabitleyerek “boş zaman”ın kurumsallaşmasına katkı sağlamaktadır.
TOPLUMSAL KURUM, KURUMSALLAŞMA VE BOŞ ZAMAN
Temel sosyal insan ihtiyaçlarının giderilmesi amacıyla oluşturulmuş; onaya, tekrara ve sürekliğe dayalı rol ve ilişkiler bütünü olarak tanımlanan (Fichter, 2011: 140) kurumun geniş ve dar anlamları bulunmaktadır. Geniş anlamıyla kurum, topluluk hayatının koşullarından olmak üzere sosyal surette meydana getirilmiş olan her şeydir. Dar anlamıyla kurum ise, bir menfaatler birliğini meydana getiren bireylerin, bu menfaat birliğini yürütebilmek, işlevlerini yerine getirebilmek üzere oluşturdukları ya da
oluşturulmuş olarak buldukları usullerdir (Bilgiseven, 1986: 13). İnsan hayatının tüm alanında karşımıza çıkan toplumsal kurumlar, şlarında uyum sağlama, sosyal dayanışmaya zemin hazırlayarak toplumsal bütünleşmeyi gerçekleştirme, bireye kendi özel yetenek ve isteklerini gerçekleştirme fırsatı sunma (İçli, 2002: 61) gibi sıralanabilecek belli başlı işlevler yüklenmişlerdir. Sosyal yaşamın bir gereği olarak toplumun ihtiyaç, arzu ve hisleri doğrultusunda, süreklilik ve tedrici değişmeye açık özellikleri ile insan davranışlarına bir yön ve anlam kazandıran ortak değer, norm ve uygulamalar bütünü olan kurumlar, kendilerinden çok daha büyük olan toplumla ilişki içerisindedirlerGenel olarak toplumun kuşatıcı değer ve geleneklerini paylaşan kurumlar, onun kuşatıcılığı altında bulunurlar (Tatar, 2005: 50-53). Bu özellik kurum, toplum, kültür ve sosyalleşme ilişkisini ortaya çıkarır. Nitekim, Manilowski kurumu, kültür ile olan ilişkisine değinerek, kültürün kısmen özerk kısmen de eşgüdümlü kurumlardan oluştuğunu ileri sürer (Manilowski, 1992: 133). Bu bağlamda, her kurum ihtiyacını karşıladığı toplumun içinde şekillendiğinden aktif haldeki kültürle etkileşim halindedir. Bahsi geçen etkileşim, sosyalleşme süreciyle gerçeklemektedir. Kültürün belirlediği ideal davranış tarzı ve sosyal ilişki şekli, kendini kurumlarda göstermektedir. Her kurum, kendi bağlamında içinden çıktığı ve yaşadığı kültürdeki geçerli olan değer, norm ve ilişki düzenini yeni kuşağa aktarmak durumundadır. Bu açıdan kurum, hem içinde olduğu sosyal süreçten etkilenmekte hem de o süreci etkilemektedir.
ÜRETİM TOPLUMUNDAN TÜKETİM TOPLUMUNA GEÇİŞ VE TÜKETİM KÜLTÜRÜ
Toplumsal bir varlık olan insan, içine doğduğu topluma uyarak, hayatını ona bağlı olarak yaşayıp sürdürmek durumundadır. Canlı bir organizma olan insan, yaşadığı çevreye uyum sağlamak, o uyumu somutlaştıracak bazı davranış tip ve örüntülerini oluşturmak zorundadır. Uyum sağlama ise sosyalleşmesürecinden geçerek kendinden önceki kuşakların hazırladıkları davranış ve rol şekillerini uygulayarak gerçekleşmektedir. Çocukluktan itibaren kişiye yüklenilen kültürel kodlar aracılığıyla birey kendi yaş ve cinsiyetine uygun düşünce ve davranışlarını öğrenerek bir taraftan kişiliği kazanırken diğer yandan da çevresine uyum sağlamaktadır. Kişiliğini ve bireyselliğini çevresine uyma
süreci içinde kazanan insan, bunu belli ilişki tiplerine bağlı olarak yapılaştırmaktadır (İsen ve Batmaz, 2002:20,114). Toplumsal bir yönü olan insan, kendi içinde bir dinamizmi bulunan bir sosyal düzen içinde doğar ve yaşar. Kimsenin duyarsız kalmayacağı ve kendini soyutlayamayacağı bu toplumsal düzen, her insanın öğrenmesi gereken ve“hangisini oynayacağı önceden belirlenen oyunun kuralları” na dayanır. Dolayısıyla, insan davranışları, ancak toplumsal içeriğiyle birlikte incelenebilir (Geçtan, 2004:121). Buna bağlı olarak insanın hemen her türlü ilişkisinin toplumsal ortamlar aracılığıyla geliştiğini söylemek mümkündür. O halde, aşırı tüketim, gösterişçi harcama şeklinde kendini hissettiren tutum ve davranışları ortaya çıkaran ekonomik, sosyal ve kültürel yapıyı çözümlemek gerekir. Zira bu çözümleme, alışveriş merkezlerinin tüketim yapılarak “boş zaman”ın kurumsallaşmasındaki yerinin belirlenmesini kolaylaştırır. İnsanoğlu toplumsal tarihin her aşamasında
tüketim yapmıştır ve yapmaktadır. Ancak geçmişteki geleneksel, modern ve sanayi toplumları birer “üreticiler” toplumu iken; aynı derin ve temel anlamda günümüz toplumu da birer “tüketiciler” toplumudur. Geleneksel toplum tarzı, bireyleri birincil olarak üretici ve asker olarak görmüştür. Toplumun bireylerini biçimlendirme şekli, koruyup kolladığı “norm” bu iki rolü oynama görevine göre yaratılmıştır. Toplumun üyelerine karşı savunduğu “norm”, bu rolleri oynama kabiliyeti ve isteği olmuştur.
Ancak, günümüz toplumunun kitlesel işgücüne ve zorunlu askerliğe pek gereksinimi yoktur. Toplum, artık üyelerinin tüketici olarak kapasiteleriyle ilgilenme ihtiyacı hissetmektedir. Çünkü, toplumun hedeflediği ve üyelerine kazandırmaya çalıştığı nokta tüketme eyleminde kilitlenmektedir. Kısaca özetlenecek olursa üretim ve tüketim her toplumsal aşamada bulunurken deği en; geçmişte üretime vurgu yapılıp öncelenirken, günümüzde tüketime vurgu yapılıp harcama öncelenmektedir (Bauman, 1999b: 93). Yirminci yüzyıldan sonra tüketim olgusu sadece ekonomik açıdan kişiye yarar sağlayan bir olgu olmaktan çıkmış; onun yerine gösterge ve sembollerin de içinde olduğu bir sosyal ve kültürel süreç olmaya doğru yol almıştır. Böylece batı kapitalizminin etkisine giren toplumlarda üretilen malların gösterge ve semboller kullanılarak tüketicilerin çoğuna satılmasıyla, tüketim ile arzular arasında bir ilişki kurulmuştur. Öyle ki ekonomik durgunluk dönemlerin de bile satın alınan giysiler ya da belli tarzda mobilyalar aracılığıyla belli bir kişilik kalıbına girebilme arzu ve eylemi hiç kesintiye uğramadan sürmüştür
BOŞ ZAMANIN KURUMSALLAŞMASINDA ALIŞVERİŞ MERKEZİ (AVM) FAKTÖRÜ
Tüketim kültürü ve aslında bu kültürün iç mantığını yaratan kapitalizm, tüketimin ve harcamanın sistemli yürütülmesi için kentlerin en işlek yerlerinde sayıları artan büyük alışveriş merkezlerini oluşturmaktadır. Gösterişçi ve lüks tüketimin bir sosyal değer ve gelişmenin bir ölçüsü olarak görüldüğü günümüzde bu merkezler, yeni bir iletişim ve etkileşim alanı oluşturarak ya da yeni bir kamusallık yaratarak, “boş zaman”ın kurumsallaşmasına önemli bir katkı sağlamaktadır. Gökgür, kamusal alan ile mekân arasındaki ilişkiyi tarihsel olarak değerlendirdiğinde Antik Yunanda Akropol ve Geç Yunan döneminde “Agora”ları, ilk kamusal alanların yaratıldığı fiziki ortamlar olarak işaretler. Antik Yunanda “Agora”ları “Forum”lar izlemiştir. “Agora”lar fiziki bir mekân ya da ortam olmanın ötesinde düşüncelerin tartışıldığı yerler iken, “Forum”lar alış verişin yapıldığı pazar yerini de içeren daha çok eğlence alanları olarak kullanıldığı mekânlar olmuşlardır. Ortaçağda kamusal anları, kente giriş kapıları ve pazarlar oluşturmuştur. Buralarda her sınıf ve statüden kişi, ekonomik ve sosyal iletişim ve etkileşimde bulunabilmiştir. Bu tarihlerden sonra sanayileşmeyle, kamusal alanda bir takım
değişimler yaşanmış, ulaşımdaki gelişmelerle birlikte iş yeri- yerleşim yeri (konut) ilişkisi kamusal alandan kopmalara yol açmıştır. Otoyollarla çevrilen kentlerde meydan ve sokak gibi alanlar geçiş için kullanılmış, toplumsal etkileşim, kentlerin turisttik yerleri ve alış veriş alanlarına doğru kaymıştır. Böylece alış veriş alanları/merkezleri kentlerin diğer bölümlerinden bağımsız kendi kamusallığını yaratmaya başlamıştır (Gökgür, 2008: 24-29). Mekânın, yerleşim yeri içindeki kamusal alan yaratma özelliğine değinen Ünüvar, bu ilişkiyi 17. ve 18. yüzyıldaki kahvehaneler, örneğinde çözümlemektedir. Daha çok kimsenin statüsünün ve sınıfının sorgulanmadığı ama yapılan bütün tartışmalara büyük halk kitlesinden herkesin istediği şekilde katılması ve bu bağlamda tam bir eşitliğin sağlandığı fiziki ve sosyal mekânlar olarak tarif etmektedir. Daha öncesinde bazı eylemler, belli sınıf ve statü sahiplerine ve belli ortamlarla sınırlıyken; bu fiziki mekân ve oluşum herkesin hizmetine ve ilgisine sunulmuştur (Ünüvar, 1998, 198). Günümüzde mekân kamusallık ilişkini, alışveriş merkezlerinde görmek mümkündür. Modern kentlerin önemli yapıları olarak beliren AVM’ler, kendi kamusallığı yaratmakta ve bu kamusal alan “boş zaman”ın kurumsallaşmasında önemli bir işlev görmektedir.
SONUÇ
Yüz binlerle ifade edilen toplumsal tarih, genel özellikleri dikkate alındığında geleneksel, modern ve postmodern olarak üç kategoride ifade edilmekte ve değerlendirilmektedir. Bu toplumsal aşamalar, birbirlerinden çok farklı kurum, anlayış, yapılanma, paradigma ve değerler sistemine sahiptir. Postmodern toplum olarak tanımlanan toplumsal aşamanın en öne çıkan özellikleri hızlı değişim, aşırı ve gösterişçi tüketimdir. 1929 “Büyük Buhran”ı ve onu izleyen 2. Dünya Savaşı’ndan sonra piyasada beliren darboğazı aşmak için tüketim, çözüm olarak görülmüş ve o tarihten bu yana tüketim olgusuna öncelik verilmiştir. Krizin etkilerini azaltmak ve sistemi tekrar rayına oturtmak için tüketime, ekonomik anlamının yanında hatta ondan daha fazla olmak üzere, sosyal ve kültürel anlam yüklenmeye
başlamıştır. Tüketim olgusuna yüklenen sosyal ve kültürel anlam, tüketilen ürün ve hizmetin kullanım
değerinden çıkıp “kültürel” ya da “psikososyal değer” kazanmasıyla sonuçlanmıştır. Buna bağlı olarak da, ihtiyaçtan fazla ve gösterişçi tüketim ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu bağlamda, birkaç kuşak, bu değerlerlerle sosyalleşmektedir. Aşırı ve gösterişçi tüketim olgusu, insan hayatında akla gelebilecek her şeyi kendi etki alanına almış durumdadır. Sanayileşme kentleşme süreçleriyle ortaya çıkıp şekillenen çalışma hayatı dışındaki zamanı ifade eden “boş zaman” kavramı da tüketime konu olmaktadır.
İnsanların, dinlenip, eğlenip ve rahatlayarak çalışma yaşamı için gerekli olan enerjiyi depolamaları için oluşturulan “boş zaman” dilimi, tüketim toplumu ya da kültürünün ilgisini çekmiştir. Sanayi ve hizmetler sektöründe çalışan çok büyük insan kitlesi için önemli olan bu zaman dilimi, kapitalist sistemin onu değerlendirmesi, kontrol altına alması ve ondan bir sektör oluşturmasını beraberinde getirmiştir. Sanatsal etkinlikler, hobi gelişim programları, spor müsabakaları, sinema ve çok farklı eğlence faaliyetleri, bu zaman dilimini verimli geçirmek için oluşturulmuş ya da mevcut olanlarının etki ve alanı genişletilmiştir. Böylece, Fichter’in sosyal kurumlar içinde gördüğü “boş zaman” giderek
kurumsallaşmaya başlamıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder