Şiirde Edebi Sanatlar - Ders Kitabı Cevapları

Yeni Yayınlar

Ağustos 28, 2014

Şiirde Edebi Sanatlar

Edit
 DERS KİTABI CEVAPLARINA BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ! 
Şiirde Edebi Sanatlar
Edebi sanatlar:
 -Benzetme (teşbih) : ortak yönleri olan iki kavramdan zayıf olanın güçlü olana benzetilmesidir. Örneğin;
‘Bazı ders kitaplarımız tuğla gibi kalındı.’
‘Çocuğun parmakları kibrit çöpü kadar inceydi.’
‘Küçük kızın dişleri inci gibiydi.’
Tam bir benzetmenin dört ögesi vardır:
Ahmet         arslan         gibi         kuvvetlidir.     (Bu örnekte Ahmet güçlülük yönüyle arslana benzetilmiştir.)
Benzeyen   kendisine      edat     benzetme yönü
Benzetilen
Bazı benzetmelerde benzetme yönü söylenmeyebilir:
‘Çamaşırlar kar gibi olmuş.’
‘Boru gibi sesi vardı.’
‘Bu kadın tam bir yılan.’
Kimi benzetmelerde ise yalnız ‘benzeyen’ ve ‘kendisine benzetilen’ olmak üzere iki öge yer alır; beliğ teşbih adını alan bu benzetmeler, edebiyatta en sık kullanılan benzetme çeşididir.
Gül                   yüzün   neden gülmüyor?
k.benzetilen   benzeyen
-İstiare (eğretileme): istiarenin kelime anlamı ödünç almadır. İstiare bir varlığın geçici olarak başka bir varlığın adını veya özelliğini almasıdır. Yalnız ‘benzeyen’ ve ‘kendisine benzetilen’ in olduğu bir benzetmede bu iki ögeden biri kaldırılırsa istiare ortaya çıkar. Bu tanım kısaca; ‘taraflardan biri kaldırılmış beliğ teşbihe istiare denir.’ Biçiminde verilir.
Melek kızım ağlamış mı? ‘melek kız’ sözü bir beliğ teşbihtir. Bu cümle ‘meleğim ağlamış mı?’ biçiminde söylenirse ‘meleğim’ sözünde istiare olur. İstiare kendisine benzetilenin söylenip söylenmemesine göre ‘açık istiare’ ve ‘kapalı istiare’ olarak ikiye ayrılır:
1-Açık istiare: benzetmenin ögelerinden yalnız kendisine benzetilenin söylenmesiyle oluşturulur. ‘Ceylanım gel, gel!’ dizesinde sevgili, ceylana benzetilmiş ve yalnızca kendisine benzetilen (ceylan) söylenmiştir. Korkusuz birine ‘arslan’, terbiyeli birine ‘koç’, çok kurnaz biri için ‘tilki’ denilmesi birer açık istiare örneği oluşturur.
2-Kapalı istiare: benzeyen söylenir, kendisine benzetilen söylenmez; kendisine benzetilenin bir özelliği belirtilir.
‘Gözlerinden içti gönlüm neşeyi’ bu dizede ‘neşe’ içilebilecek bir şeye benzetilmiş, ama neye benzetildiği söylenmemiştir. Kendisine benzetilenin özelliği (içilebilecek olması) verilmiştir. Benzeyen (neşe) ve kendisine benzetilenin özelliğinin (içti) söylendiği bu sanat kapalı istiaredir.
‘İçimde damla damla bir korku birikiyor.’ Bu dizede de ‘korku’ damla damla olabilecek bir şeye benzetilmiş ama neye benzetildiği söylenmemiştir.
-Kişileştirme (teşhis): Cansız varlıklara ve soyut kavramlara insana ait özellikler kazandırıp onları canlandırma, hareketlendirme sanatıdır.
‘O gün bugün, hep sessiz ağlaşırlar geceler, ruhumla bir dost gibi anlaşırlar geceler.’ ‘gecelerin ağlaşması’ ve ‘ruhla anlaşması’ kişileştirme ornekleridir.
‘Senin tutkunla mecnun geziyor, güneş ve ay.’ Gezmek insanın özelliğidir; güneş ve ayın gezmesi kişiselleştirme örneğidir. Aşağıdaki örneklerde kişiselleştirme örnekleri vardır;
‘Rüzgar susmuş, ses vermiyor; nedendir?’
‘Bahçemizde açılmaz, seni görmezse çiçekler, sahil seni, akşam seni, rüzgar seni bekler.’
-İntak (konuşturma): İntak kişiselleştirme bağlı bir sanattır. Hayvanların ve cansız varlıkların konuşturulmasıdır.
‘Serilip hak-i hakarette vatan can veriyor. Yetişin son nefesimdir, gelin imdada! Diyor.’ İkinci cümlede vatan konuşturulmuştur.
Yunus Emre’ nin, ‘Benim adım dertli dolap, suyum akar yalap yalap.’ Dizelerinde de bir su dolabı konuşturulmuştur.
-Mecaz-ı Mürsel (düz değişmece): Aralarında benzerlik ilgisi olmaksızın, bir sözün başka bir söz yerine kullanılmasıdır. Ad aktarması olarak da bilinir. İki söz arasında benzerlik ilgisi dışında ‘parça-bütün, neden-sonuç, yer-içindekiler…’ gibi ilgiler vardır.
‘İzmir, olimpiyatlara katılacak üniversiteli sporcuları bekliyor.’ Bu cümlede geçen ‘İzmir’ sözcüğü ‘İzmir halkı’ yerine kullanılmıştır.
Bir sanatçı söylenip eseri kastedilebilir: ‘Namık Kemal’in birinci sınıfta okutulması doğru değil.’ ‘Namık Kemal’ sözü ile sanatçının şiirleri ya da başka eserleri anlatılmak istenmiştir.
Bir yer söyleyip içindekiler anlatılmak istenebilir: ‘Necati Bey’in evini şu dükkana soralım.’ ‘dükkan’ sözü, içindekiler yerine kullanılmıştır.
Aşağıdaki örneklerde mecaz-ı mürsel sanatı vardır:
‘Herkes tabağını bitirecek.’
‘Ankara, görüşmelere katılacak.’

-Hüsnütalil: Anlatıma güzellik katmak için doğal bir olayı gerçek nedeninin dışında hoşa gidecek bir nedene bağlamaktadır.
‘Güzel şeyler düşünelim diye, yemyeşil oluvermiş ağaçlar.’ Ağaçlar, bahar gelince yeşillenir. Onların yemyeşil olması, bizim güzel şeyler düşünmemiz için değildir, doğal bir sonuçtur.
-Mübalağa (abartma): Anlatılan bir durumun olduğundan çok fazla ya da çok az gösterilmesidir.
‘Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır.’ Bu dizede mübalağanın en aşırı biçimi vardır. İnsanın ‘of çekmesi’ ile dağ yıkılmaz. Böyle bir şey hem düşünce hem de hayal olarak mümkün değildir.
‘Sana milyon kere söyledim, mübalağa yapma diye.’ Cümlesi de iyi bir abartma örneğidir.
‘Burada  sıcaktan piştik.’ Cümlesinde geçen ‘piştik’ sözünde de abartma vardır.
‘Havada uçan tüy bile benim kadar hafif değil.’ Şair, kendisinin havada uçan tüyden bile hafif olduğunu söylüyor. Bu örnekte olduğu gibi, kimi zaman abartma, bir durumu olduğundan çok az, çok küçük gösterme şeklinde de olabilir.
-Tevriye: Bir sözü iki anlama gelecek biçimde kullanmaktır. Bir çok anlamı olan bir sözcüğün yakın anlamını kullanır görünerek, gerçekte uzak anlamını kastetmektir.
‘Baki, çemende hayli perişan imiş varak, benzer ki bir şikayeti var rüzgardan.’ ( yaprak, bahçede oldukça zor durumdaymış; rüzgardan bir şikayeti var sanki ) rüzgar: 1) yel, 2) zaman
‘Gül gülse, daim ağlasa bülbül acep değil. Zira, kimine ağla demişler, kimine gül.’ İkinci cümlede geçen ‘gül’ iki anlama gelecek biçimde kullanılmıştır.
‘Benim annem yüz lisan bilir. Yüzü de güzel.’ İkinci cümlede geçen ‘yüz’ kelimesi hem ‘yüz’ sayısını hem de ‘çehre, sima’ anlamındaki ‘yüz’ ü düşündürecek biçimde kullanılmıştır.
-Tezat ( karşıtlık- zıtlık): Aralarında bir ilgi olan karşıt kavramları bir arada kullanmaktır.
Namık Kemal’ in, ‘Esir-i aşkın olduk, gerçi kurtulduk esaretten.’ Dizesi tezat sanatının güzel bir örneğidir; ‘kurtulmak’ ile ‘esir olmak’ karşıt kavramlardır.
‘Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz.’ Dizesinde ‘ağlamak’ ile ‘gülmek’ tezat oluşturmuştur.
-Tenasüp : Aralarında konu, tür gibi ilgiler bulunan sözleri bir dizede ya da beyitte kullanma sanatıdır.
‘Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip. Kılma derman, kim helakim zehr-i dermanındadır.’ ‘ dert, ilaç, tabip, derman, zehir’ hastalıkla ilgili kavramlardır; bu kavramların bir arada kullanılması tenasüp sanatını oluşturur.
Fuzuli’nin bu beytindeki tezat sanatı da ilk bakışta görülebilir.
‘Geçsin günler, haftalar, aylar, yıllar, mevsimler; zaman sanki bir rüzgar ve bir su gibi aksın.’ Zamanla ilgili kavramlar (gün, hafta, ay, yıl, mevsim, zaman) bir arada kullanılarak tenasüp sanatına başvurulmuştur
-Kinaye : gerçek anlamı da düşünülebilecek bir sözü, gerçek anlamının dışında bir anlamda kullanmaktır. Kinayede mecazlı kullanım söz konusudur.
‘Fatih Bey’ in herkese kapısı açıktır.’ ‘Kapının açık olmasının gerçek anlamı vardır; ama bu cümlede kapısı açık ‘konuksever’ anlamında kullanılmıştır.
‘Ey benim sarı tamburam, sen ne için inilersin? İçim oyuk, derdim büyük, ben onun için inilerim.’ Tamburanın içi oyuktur, ancak bu dörtlükte asıl söylenmek istenen dertli, üzüntülü olmaktır. Ayrıca, tamburanın konuşması intak sanatının örneğidir.
Pek çok atasözünde ve deyimde kinaye sanatı vardır.
‘Ağaçtan maşa olmaz.’ Bu atasözünün gerçek anlamı da doğrudur, akla uygundur. Ancak bu atasözü ‘yeteneksiz, beceriksiz insanların riskli, önemli işlerde kullanılamayacağını’ belirtmek için söylenir.
‘Gözü kara’ deyiminin gerçek anlamı vardır; ancak bu deyim ‘cesur, korkusuz’ anlamında kullanılır.
-Tecahülüarif: söz söyleyenin, bir incelik ortaya koymak için bildiği bir durumu bilmezlikten gelmesidir.
‘Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var? Benim mi Allah’ ım bu çizgili yüz?’ şairin saçları beyazlamıştır; o bunu bilmiyor değildir. Böyle bir şeyi açıkça söylemek yerine, durumu bilmezlikten gelerek ‘Şakaklarıma kar mı yağdı?’ demiştir. İkinci dizede de aynı şekilde tecahülüarif vardır.
-Cinas: Yazılışları ve söylenişleri bir, anlamları ayrı iki sözü bir arada kullanma sanatıdır.
‘Eyleme vaktini zayi; deme kış yaz, oku yaz.’ Birinci ‘yaz’ isim, ikincisi ‘yazmak’ fiilinin emir biçimidir.
‘Bizimle saltanat lafın idermiş ol Karamani, hüda fırsat verirse ger kara yire karam anı.’ Fatih Sultan Mehmet’ in Karaman Bey’ i için söylediği söz.
-Tariz (İğneleme): Birini küçük düşürmek ya da iğnelemek için, bir sözü gerçek anlamının tam tersini kastederek kullanmaktır.
Dersin bitmesine yakın sınıfa gelen bir öğrenciye, ‘ne kadar erkencisin!’ denilmesi tariz örneğidir.
‘Bu ne kudret ki elifbayı okur ezberden.’ (bu ne büyük başarı, alfabeyi ezbeden okuyor!)
Nef-i’ nin Şeyhülislam Yahya’nın kendisine ‘kafir’ demesi üzerine yazdığı şu dörtllük güzel bir tariz örneğidir:
‘Bize kafir demiş Müfti Efendi,
Tutalım ben ona diyem Müselman;
Varıldıkta yarın ruz-i cezaya
İkimiz de çıkarız anda yalan’ ( Müftü Efendi, bana kafir demiş. Varsayalım ki ben de ona Müslüman demiş olayım. Yarın hesap gününe (ahirete) vardığımızda orada ikimiz de yalancı çıkacağız.)
Hasta olduğu için hapşıran birine ‘şifayı kapmışsın.’ Denilmesi de tariz örneğidir.
-Telmih: Söz arasında bilinen bir olaya, tarihten veya mitolojiden bir kahramana, bir atasözüne işaret edip onu hatırlatma sanatıdır.
‘Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda, bir susuz yolcu yok, şimdi dağlarda.’ Birinci cümlede geçen ‘Leyla’ ve ‘Mecnun’ herkesin bildiği ‘Leyla ile Mecnun’ hikayesinin kahramanlarıdır.
-Tekrir (tekrarlama) : Sözün etkisini güçlendirmek için, bazı kelime veya sözleri aynı dizede veya art arda gelen dizelerde tekrarlamaktır.
‘Çal sevdiceğim, çal güzelim, çal meleğim, çal.’
Şiirde kullanılan kelimeler, çoğu zaman kendi anlamları dışında yeni anlam değerleri kazanarak kullanılır. Kelimelerin kazandıkları yeni anlam değerlerine çağrışım denir.
‘Kandilli’ de eski bahçelerde
Akşam kapanınca perde perde
Bir hatıra zevki var kederde’
Bu dizelerdeki, neredeyse bütün kelimeler yeni anlam değerleri kazanmış, kelimelerin anlam alanları genişlemiştir. Kandilli rastgele seçilmiş bir semt değildir. Kandilli yerine sözgelimi, Sarıyer veya Beykoz getirilemez. Kandilli, tarihi yalıları ile tanınan eski bir Boğaziçi semtidir. Üsküdar’ a bağlıdır, ama Üsküdar’ a uzaktır. Şair ilk dizede Kandilli’ deki eski yalıların bahçelerinden söz ediyor. Bu dizedeki eski sözü yeni olmayan karşılığı kullanılmış değildir, tarihi yerine, belki de hatırası olan kullanılmıştır.
‘Akşam kapanınca perde perde’
Adeta bir tiyatro sahnesinden söz ediliyor, sahnede akşam var ve perde kapanmaya başlamış. Bu dizedeki bütün kelimelerin geniş bir çağrışım değeri var. Akşam, gecenin başlangıcını hatırlatıyor. Akşam perde perde kapanıyor. Görünümler kaybolmaya başlıyor, akşamın perdesi kapanıyor, ardından sahneyi gece alacak. Kapanmak kelimesi ‘kaybolmak, silinmek, gözden uzaklaşmak, görünmez olmak’ anlamlarını çağrıştırıyor. Akşam kapanınca gece başlıyor; gece yalnızlıktır. Yalnız kalan insan hatıralarına sığınır.
Üçüncü dizedeki ‘keder’ yalnızlıktan kaynaklanıyor. Akşam olmuş, kimse kalmamış. Bu, insanın hüzün, keder veren bir durumdur. Şair, bu kederin içinde hatıralarını anımsıyor ve bundan zevk alıyor; geçmişini, maziyi düşünmek kendisine huzur veriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder