Eskiden öğretmene saygı vardı, şimdi nerede - Ders Kitabı Cevapları

Yeni Yayınlar

Aralık 27, 2015

Eskiden öğretmene saygı vardı, şimdi nerede

Edit
 DERS KİTABI CEVAPLARINA BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ! 
Eskiden öğretmene saygı vardı, şimdi nerede

Bir otobüs şoförü, kahvenin önünden geçerken kahvenin önünde oturanların ayağını indirmesi beklenmezken aynı kahvenin önünden geçen öğretmen için ayakların aşağı inmesi beklenmektedir. Anadolu’nun bir kasabasından geliyorsanız, bu izler size tanıdık gelecektir. Ayakların 1990′lı yılların ardından inmemesiyle de söylence başlar: Eskiden öğretmene saygı vardı, şimdi nerede… Kahvedeki ayakların konumundan, öğretmene kiralanıp kiralanmayan evlerden, “öğretmene varamadım, naylon çorap giyemedim” sözleriyle akan bir türküden, öğretmenlerin aldığı maaşın yıllar içindeki değişiminden yola çıkarak öğretmenlik mesleğinin toplum içindeki yerinin ya da bu yerin öğretmenler üstündeki sosyal benlik algılarının oluşumuna etkilerinin tarihsel sürecine yolculuk yapabiliriz.

Bu sürecin, içinde yaşanılan dönemle ne kadar ilgili olduğunu da basit iki örnekle görebiliriz. “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” döneminden bakarak bugünün öğretmenlik algısını anlamaya çalışırsak, hepimizin efendisinin öğretmenler değil, Google olduğunu görebiliriz. Aynı bakış açısıyla bakarsak; 1980′lerde “Sonbaharda hangi kuşlar göç eder?” diye soran öğrencilerin sıralarında şu an, “Kuşların kanatlarının yapısıyla uçak kanatlarının yapısı arasındaki bağı” öğretmenlerine soran çocukların oturduğunu görürüz. İşin özü, bilginin güç olduğu ve saygınlık oluşturduğu dönemleri çoktan geride bıraktık. Özellikle günümüzde, öğrenci bilgiye öğretmenden daha hızlı bir biçimde ulaşıyorken, öğretmenlik mesleğinin kahvedeki ayak meselesinden daha farklı bir konumda tartışılması gerekiyor.

Biz yine de kahvedeki şoföre bakarak farklı bir değerlendirme yapabiliriz. 1920′lerde yaşayan bir kamyon sürücüsünü günümüz araçlarına bindirdiğimizde, değişen teknoloji ve donanım karşısında şaşıracak ve zorlanacaktır. Oysa aynı dönemlerde aynı kahvenin önünden geçen öğretmeni sınıfa soktuğumuzda hiç zorlanmadan kaldığı yerden, belki endüstrinin değişimiyle biraz renklenen aynı sıra ve masa önünde dersine hiç zorlanmadan başlayacaktır. Belki bazı sınıflarda en büyük şaşkınlığı, yazdığında silemediği akıllı tahta olacaktır. Onu da iki günde kanıksayacaktır. Meslekler çağın gerektirdikleri ile kabuk değiştiriyor ya da yeni meslekler ortaya çıkıyorken, öğretmenlik mesleğininin, teoriler dışında, yaşamda yenilenememesinin sorgulanması gerekiyor.

Bu sorgulamaya başlarken ilk ve en zor açılacak kapının ardında “kutsallık” duruyor. Yıllardır çerçevesi daha da kalınlaştırılarak korunan “öğretmenlik mesleği kutsaldır” söylemi, öğretmenlerin profesyonellikten uzak kalmalarına neden olabiliyor. Eğitim alanında takip ettiğiniz kaç süreli yayın var? Gerek yok, çünkü meslek kutsal. Öğretmenler için yayımlanan kaç dergi var? Karışma, kutsal alan. Kutsal sığınağı altında, mesleğin gelişiminden ne derece söz edebiliriz değil mi? Derste örgü ören öğretmenler, sırada bekleyen minicik ellere inen tahta cetvelleri tutan öğretmenler, “senden adam olmaz” diyerek yüksek gözlem ve öngörü gücünü gösteren öğretmenler, öğrencisine matematiği gelişsin diye sigara aldıran öğretmenler, kaymakamın çocuğu ile kapıcının çocuğuna yaklaşımıyla taksonomi geçişi sağlayan öğretmenler hiç derdimiz olamadı. Olamazdı çünkü kutsala dokunulamazdı. Bu dönemleri sorgulamadan yaşadık ve geçtik.

Günümüzde kutsal kapısından geçtiğimizde, yepyeni bir kapı karşımıza çıkıyor. Öğretmen yeterliliğini yine tartışamayacağız, çünkü “atanamayan öğretmenler” gündemi eğitime dair tartışılan en önemli konu. İşin politik yanı da olduğundan ve sosyal medyanın yönü de bizi bu gündeme taşıdığından, atanamayan öğretmen örtüsünün altında kalan atanmış öğretmenlerin, yani şu an ülkenin geleceğini şekillendiren öğretmenlerin yeterliliğini kimse sorgulamayacak. Uluslararası eğitim değerlendirmelerinin herhangi biri incelendiğinde, ülkemizdeki öğrencilerin matematik, fen ve okuma-anlama gibi temel alanlardaki başarısızlığı ortaya çıkıyor. Bu sonuçlar, bizim öncelikle tüm kapılardan sıyrılarak öğretmen yeterliliğini ve gelişimini sorgulamamız, verilere dayalı iyi bir analiz yapmamız ve yoğun bir biçimde öğretmen gelişimine yatırım yapmamız gerektiğini ortaya çıkarıyor. Bu alanda yeterli miyiz? Verilen hizmetiçi eğitimler fark yaratıyor mu? Bunu tartışmamız gerekiyor.




MEB öğretmenlerinin bir kısmının, rapor alarak hizmetiçi eğitimlere girmediğini biliyoruz. Verilen hizmetiçi eğitimlerin öğretmen gelişimine katkısına dair de bir araştırma yok. Bu eğitimlerde yer alan konu başlıklarından (örneğin 2015 yılı hizmetiçi eğitimlerinden) tekamül eğitiminin ya da ileri düzey Osmanlıca kursunun hangi öğretmenlik becerisini geliştireceğini düşünebiliriz?

“Öğretmenlerin gelişimlerine ne kadar destek verirsek geleceğimize o kadar destek vermiş oluruz” tezinden yola çıkarak neler yapılabilir? Birçok özel okul, öğretmenlerin yaptıkları uygulamaları birbirleri ile paylaşarak deneyim kazanabilecekleri eğitimler düzenliyor ama bu eğitimlerden genelde belirli bir alanda ve belirli okullarda çalışan öğretmenler yararlanabiliyor. Online eğitimler gün geçtikçe artıyor. Bu önemli ama daha da önemlisi öğretmenlerin iyi örneklerini birbirleri ile paylaşabilecekleri ortamları çoğaltmak. Öğretmenlerin, teori anlatacak öğretim elemanlarından çok kendileri gibi sınıfa giren öğretmenlerden öğreneceği çok şey olduğuna inanıyorum. Deneyimli öğretmenlerin genç öğretmenlerden, genç öğretmenlerin deneyimli öğretmenlerden öğreneceği çok şey var, yeter ki paylaşım alanları yaratabilelim.

Tüm okullarda yarım günün öğretmen eğitimlerine ayrıldığını düşünelim. İyi bir yapılandırmayla tasarlanacak bu yarım günler öğretmenlerin gelişimi için harika bir fırsat olacaktır. Bu yarım günler olabildiğince bürokrasiden uzak tutularak, öğrenmenin odakta olduğu çalışmalara evrilebilir. Hizmetiçi eğitimlerde genelde öğretmenler bir yere taşınıyor. Bunun yerine öncelikle herkes kendi okulunda çalışmaya başlamalı. İşbirliğine dayalı yapılacak çalışamalarda, öncelikle aynı okulda çalışan öğretmenler bir araya gelmeli ve sınıf uygulamalarını, iyi örneklerini, projelerini birbirleriyle paylaşmalı. Bir ilçede ders veren alan öğretmenlerinin ayda bir kez bir araya gelerek ders programlarını, işledikleri temaya bağlı hazırladıkları öğrenme ortamlarını, işlenen konuya bağlı uyguladıkları öğretim yöntem ve teknilerini, farklı ölçme yöntemlerini paylaşmaları, öğretmenlerin deneyimlerini artırmalarına olanak sağlayacaktır.

Bu önerilen çalışma biçimi mutlaka gönüllüğe dayalı olmalıdır. Öğretmenler, kendi iç örgütlenmelerini sağlamalıdır. MEB’in, “Gelmeyene soruşturma açarım” diyeceği bir dayatma ile yapılacak eğitimlerde, öğretmenlerin kendilerini geliştirmelerini beklemek anlamlı olmayacaktır. Bu gönüllü çalışmalara hiçbir öğretmen katılmaz diyorsanız yanılıyorsunuz. Bu ülkenin gözlerinde heyecan biriktiren öğretmenleri, dayatmalardan ve baskıcı anlayıştan uzak nitelikli eğitimlere katılacaktır. Kendini geliştiren öğretmenler, daha özgür düşünen bir geleceğin peşinde olacaktır…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder