Son Tren Kitap Ozeti - Ders Kitabı Cevapları

Yeni Yayınlar

Haziran 14, 2013

Son Tren Kitap Ozeti

Edit
 DERS KİTABI CEVAPLARINA BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ! 
670 SON TREN KİTAP ÖZETİ


KİTABIN ADI : SON TREN
KİTABIN YAZARI : ESAT MAHMUT KARAKURT
YAYIN EVİ : İNKILAP ve AKA YAYIN EVLERİ
ADRESİ : İNKILAP VE AKA KİTAP EVLERİ KOLL. 
ŞTİ. ANKARA CAD. NO:95 İSTANBUL
BASIM :ALTINCI BASIM

KİTABIN KONUSU :Kitap Nevzat adındaki kötü bir kadınla çok yakışıklı ve aynı zaman da çok namuslu bir genç olan Rıdvan beyin tanışması sonrası yaşamış oldukları bir çok kötü durumu anlatmaktadır.Rıdvan bey tanışmış olduğunuz kişilerle hemen dostluk kurmamanız gerekiyor mantığını tüm gerçekliğiyle ortaya koyuyor ve aynı zamanda da olaylar her ne kadar kötü gidiyor olursa olsun siz iyi niyetli iseniz her zaman kazanan olursunuz mantığını doğrularcasına bir olay yaşıyor…

KİTABIN ÖZETİ :
Rıdvan Şaner bir kadını çok kolay etkileyebilecek kadar genç,yakışıklı, bir öğrencidir. Öğrenimini Fransa’da sürdürdüğü esnada evli bir kadınla tanışır ve onu çok sever.Yasak bir aşk yaşamış olduğunu kendisi de bildiği için, İstanbul’a, geldiği bir zaman İzzet bey adında bir avukatın yazıhanesine gider.Ondan kendisini altı aylığına hapishanede yatıracak bir suç öğrenmek ister.Bu soruya şaşıran avukat kendisinin tam olarak neden böyle bir teklifte bulunduğunu anlayamamıştır.Nedenini sorduğu zaman aldığı cevap üzerine bu gencin ne kadar onurlu bir kişi olduğunu anlar. Aldığı cevap şöyle idir:

-“Ben bir kadını seviyorum, ama sorun kadını seviyor olmam değil, sorun kadının evli olması.Hayatta onun için yapamayacağım hiçbir şey yoktur,bundan dolayı da kötü bir şey yapmaktan korkuyorum. Eğer 6 ay gibi bir süre hapishanede yatarsam kendimin onu unutacağını düşünüyorum” der.

Tüm bu olup bitenleri dinleyen İzzet beyin karısı, Nevzat hanım, bayağı bir şaşırmıştır.Bu alımlı ve güzel kadın, gencin yakışıklılığından etkilenmiş olsa gerek ki onu bu konu hakkında daha detaylı konuşmak için akşam yemeği için evine davet eder. Genç böyle bir teklifi kadının, kocasının yanında almasına şaşırır fakat istemeyerek de olsa kabul eder. Kısa bir süre sonra Nevzat hanım’la Rıdvan bey beraber çıkarlar, çünkü İzzet beyin işi vardır.Onlara kendisinin sonra geleceğini söyler.Ev Çamlıca’da çok ıssız bir yerde ve çok korkutucu bir görünüştedir.Dışarıda insan yiyecekmiş gibi duran bir kaç tane köpek vardır. Eve vardıklarında kadın kendi güzelliğiyle genci etkilemek ister ama Rıdvan bey onurlu ve şerefli bir kişi olduğu için kadından daima kaçınmaktadır. Rıdvan bey onurlu bir kişi olduğu için yasak bir aşktan kaçınmak maksadıyla geldiği o yazıhanede tanıştığı evli ve kendinden oldukça büyük bir kadınla kesinlikle nefsi doğrultusunda hareket etmeyecektir. O gece avukat eve gelmeyeceğini bildirmiştir.Bunun üzerine Rıdvan bey evden gitmek ister ama geç bir vakit olması ve o saatte vapur bulamayacağından dolayı kadının ısrarı üzerine, kadının yatak odasının yanında bir odada yatar. Kadın gecenin bir vakti kalkar ve erkeğin yanına gider. Uyuyamadığını, biraz konuşabileceklerini söyler. Rıdvan bey kadının bu hareketini hoş karşılamaz ama bir şey de yapamaz. Kadın kendi şehvet duyguları dahilinde hem konuşuyor hem de genç yakışıklının yatağına sokuluyor iken içeriye eli bıçaklı, suratında yara izleri olan, bir ölüyü andıracak derecede donuk suratlı bir adam girer.Bu adam evin hizmetçilerinden ‘Akrepkuyruğu’ adında bir kişidir. Hizmetçi Rıdvan beyi kadına ilgi gösterdiği için öldürmek istediğini söyler. Çünkü Akrepkuyruğu hanımefendisini sevmektedir.Tam bu esnada kadın erkeğin ölmesini istemediği için çekmeceden çıkardığı bir tabancayı gence vererek bu çılgın adamı hemen vurmasını, aksi takdirde Akrepkuyruğu’nun çok iyi bir nişancı olması sebebiyle kendisini hiç affetmeden öldüreceğini söyler…

O gece olanlar Rıdvan beyin hayatını hiç istemediği bir şekilde değiştirir. Rıdvan bey eline aldığı silahın tetiğine hiç düşünmeksizin basar.Bu iri yarıadam aniden kanlar içinde yere yıkılır.Tüm bu olup bitenler bir kaç saniye içerisinde olmuştur. Kadın sanki hiçbir şey olmamış gibi soğuk kanlılıkla diğer hizmetçileri çağırır ve iniltiler içerisindeki adamı dışarı çıkartır.Rıdvan bey odada yalnız kaldığı esnada kendinin nasıl böyle birşey yaptığını düşünüyor iken kadın içeriye girerek Akrepkuyruğu’nun öldüğünü söyler.Rıdvan bey hemen o evden çıkmak ve tüm bu olup bitenleri unutmak ister ama kadın buna izin vermez.Kadın, ona ya bu cesedi de yanında götürmesini ya da kendinin tüm isteklerini karşılaması karşılığında cesedi yok edebileceğini söyler.Genç adam istemeyerek de olsa ikinci seçeneği kabul etmek zorunda kalır. O gece olanlardan sonra Rıdvan bey kadının isteği üzerine haftada bir gün kendini kadının kollarına bırakır.Genç adam kadının evine gide gele bu evde yaşayanların bir kaçakçılık şebekesi olduğunu, kadının iffetsiz biri ve şebekenin başı olduğunu öğrenir.İzzet bey’in ise sadece göstermelik olarak nikahlı bir koca olduğunu öğrenir.Tüm bu öğrendiklerini de polise söyleyememektedir; çünkü kendisi de bir adam öldürmüştür.Zamanla bu ziyaretler esnasında Nevzat hanım Rıdvan beyden çok tuhaf bir teklifte bulunur.Teklifi çok zengin bir adamın hayatında yalnızca bir kızı olduğunu ve Rıdvan beyin de bu kızla evlenmesi gerektiği şeklindedir. Bu izdivacın gerçekleşmesi üzerine kadın,adamı öldürterek tüm mirası kızına yani Rıdvan beye kalmasını sağlayacaktır.Kendilerinin de bu mirastan büyük bir pay alacatır. Rıdvan bey istemeyerek kızla tanışır.Kızın adı Pelin’dir.Pelin ve babası çok temiz kalpli ve iyi niyetli insanlardır.Bundan dolayı Rıdvan Bey kıza bir kaç kez açılmak ister ama hem kendi başına hem de kız ve babasının başına bir olay geleceğinden korktuğu için bu fikrinden vaz geçer.Bu temiz kalpli kıza bir ihanet edeceğini düşünerekten evlenmek istemez ama yapacak birşeyi de yoktur aksi taktirde Nevzat Hanım kızı ve babasını da öldüreceğini söyler, evlenmelerinin üzerinden iki ay geçmiştir ki kızın babasının öldürüldüğü haberi gelir. Rıdvan Bey ve karısı çok üzülürler.Pelin hayatında en çok sevdiği kişiyi kaybetmiştir bundan dolayı kendini toparlayamaz.Artık eski neşesinden bir eser kalmamıştır.Devamlı sessiz bir şekilde düşüncelere dalar.Neden babasının öldürüldüğünü bir türlü anlayamaz. Olayın araştırılmasıyla ilgili görevli bir dedektif Rıdvan beye yapılan araştırma sonucu kayınpederini tek bir kişinin öldürdüğünü,bu adamın çok usta bir kişi olduğunu, o kadar ki odadan içeri girmeyip pencereden bir bıçak atarak öldürdüğünü söyler. Rıdvan Bey yaşlı kayınpederini öldüren kişinin Akrepkuyruğu olduğunu anlar. Akrepkuyruğu’nun ölmediğini anlayan Rıdvan bey başından geçen tüm olayları dedektife anlatır,dedektif çok uzun süredir aranmakta olduğu bir şebekeyi bulduğunu anlar. Rıdvan bey bu olaydan sonra nevzat hanımın evine artık gitmeyi bırakmıştır. Bundan dolayı kadının,karısına bir zarar vereceğini düşünerek Avrupa’ya kaçmak için iki tane bilet alır.Bu esnada dedektif evi korumaya alır. Şebekenin başında bulunan kadın (Nevzat hanım) Rıdvan beyin artık gelmemesine çok sinirlendiği ve onun karısıyla beraber ertesi gün son trenle Avrupaya kaçacağını öğrendiği için Akrepkuyruğu ile eve bir baskın yaparlar.Tam Rıdvan bey ile karısını öldürmek üzereyken polislerin etraflarını sardığını anlarlar. Kadın yenildiğini anlayınca hayatında ilk defa bir kişiden, Rıdvan beyin eşinden,genç erkegi öpmek için yalvarır. Rıdvan beyin karısı buna izin verice Nevzat hanım bu kadar temiz kalpli bir aileyi nasıl olur da pisletmek istediğini düşünerek kendinden utanır ve hayatında ilk defa onurlu bir şey yaparak kendini ve Akrepkuyruğu’nu öldürür. Rıdvan bey ve karısı Pelin uzun süren mutlu ve onurlu bir hayata başlarlar…

ANA FİKİR : Aşk insanların kalpleri ne kadar katı ve sert olursa olsun, büyüsüyle, inceliğiyle ve yüceliğiyle o kötü kalpleri hiç inanamayacağımız şekilde eritir ve inceltir. Aynı zaman da kitaptaki diğer vurgulanmak istenen şey ise insanlar haytlarında iyi niyetli, sevgi dolu ve bazı değerli duyguları yaşayabildikleri ölçülerde onlara hem tanrı hem de tüm insanlar yardım eder inancıdır.

KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ 
RIDVAN ŞANER : Herhangi bir kadını etkileyebilecek kadar yakışılı ve onuruna geçekten düşkün bir kişi. Kesinlikle insanlar hakkında kötü düşünmeyen yaptığı bir hatanın bedelini ağır ödeyen ama sonunda fazlasıyla iyi niyetinin karşılığını alan bir genç.
NEVZAT HANIM : Çok güzel fakat orta yaş denebilecek kadar büyük, şehevi arzualarına düşkün, bir gencin tüm hayatıyla oynayabilecek derecede köyü niyetli bir kadın. Erkekleri kendine hitmetçi gibi çalıştırmayı seven biri.Hayatında ilk defa onurlu kişilerle tanıştığından, onların bu kadar onurlu olmasına şaşırmış ve ilk defa onlar gibi davranarak kendi kötülüğünün farkına vardığı için kendisini vurmuştur…
PELİN HANIM : Genç, saf, çok iyi niyetli, sevginin değerini ve kıymetini bilen, babsı tarfaından öok iyi bir aile terbiyesi almış zarif bir kız…
İZZET BEY : Kurlmuş olan bir kaçakçılık şebekesinin elemanı Nevzat hanımın yanında kocasıymış görüntüsü veren bir avukat. Nevzat hanımın istekleri doğrultusunda hareket eden silik bir tiptir…
AKREPKUYRUĞU : Evin hizmetçisiymiş gibi görünen ama şebekenin öldürme durumlarında kullandığı çirkin suratlı, bir ölü gibi duran bir kişi…

KİTAB HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER
Esat Mahmut KARAKURT gerçekten vermek istediği mesajı iyi bir dil ve üslubla anlatmış diye düşünüyorum. Kitapta anlatılan olay okuyucuya cazip gelsin diye birazcık fazla mistik hale dönüştürülmüş; ama yine de okuyucunun kitaptan hiç kopmayacağı seviyede yazmaya da özen göstermiş…

ESAT MAHMUT KARAKURT
Eski kitaplar bölümümüzde popüler edebiyat ürünlerine pek yer vermedik bugüne kadar. Oysa, Türk romanında çok önemli bir yeri var bu tür edebiyatın. Tanzimat romanı, tarihsel önemi bir kenara bırakılırsa, nitelik açısından bütünüyle "yüksek edebiyat" dışıdır. Kendisine Batı'nın popüler romanının örnek almış Osmanlı-Türk yazarlarının başka bir tarz ürün vermeleri de beklenemezdi zaten. Doğrusunu söylemek gerekirse, iyi de olmuş, bu sayede büyük okur kitleleri tarafından sevilen roman sanatı, ileriki dönemde Türk edebiyatında önemli bir yer edinmişti. 

Esat Mahmut Karakurt, birbiri ardına yazdığı aşk ve macera konulu romanlarıyla, yaşadığı dönemin en çok okunan yazarlarından biriydi. 1902 İstanbul doğumlu yazarın, iyi bir eğitim aldığını görüyoruz. 1924 yılında Diş Hekimliği Okulunu, 1930 yılında ise Hukuk Fakültesini bitiren yazar, gazetecilik, öğretmenlik, milletvekilliği ve senatörlük görevlerinde bulunduktan sonra, 1977 yılında bir beyin kanaması sonucunda aramızdan ayrıldı. 

"Ankara Ekspresi", 1946 yılında, II. Paylaşım savaşının hemen ardından yayınlanmış. Yazarın, savaş yılları Türkiye'sindeki bir casusluk öyküsünü işlediğini görüyoruz. Türk ordusunun gözüpek istihbarat subaylarından Binbaşı Seyfi ile, Alman ajanları arasında İstanbul-Ankara hattında geçen bir casusluk öyküsü bu. Dönemin güçlü devleti Almanya, Türkiye'yi de istila etmek istemektedir. Bu amaçla, aralarında çok güzel bir kadın olan Frolein Hilda'nın da bulunduğu en gözde elemanlarıyla İstanbul'a gelirler. Harekatın başlama parolası "Ankara Ekspresi"dir. Öykünün sonunu tahmin etmişsinizdir herhalde; kahraman Türk binbaşısı Seyfi oyunlarını bozar, Hilda'yı da çekip alır Nazilerin elinden. 

Bildik, hamasi bir öyküsü var romanın. Bildikliği, belki de bu minval üzerine kurulu filmlerden geliyor. Kendisi de aynı adlı iki filme senaryo teşkil etmiş "Ankara Ekspresi"nin 1972 yılında çekilen versiyonunda, başrollerde Ediz Hun, Filiz Akın, Kadir İnanır ve efsanevi kötülerimizden Atıf Kaptan oynamış, çok iyi de gişe yapmıştı. Popüler romana gücünü veren de, işte bu kitle sevgisi oluyor. Karakurt'un romanlarının her zaman çok baskı yapıp çok sattığını biliyoruz. Elimdeki kitap da, "Ankara Ekspresi"nin 1982 yılında yapılan 4.basımından. 

Esat Mahmut Karakurt'un yazdığı yıllarda, romancılığımızın birkaç koldan ilerlediği görülür. Bir yanda milli edebiyat akımı temsilcilerinin, bir yanda toplumcu çizgideki yazarların ve son olarak aşk/macera temalarını işleyen romancılarımızın ard arda eserler verdiği bu dönemde, onun tercihi, cumhuriyet ideolojisine uygun aşk ve macera öyküleri yazmak olmuştu. "Ankara Ekspresi", yokluklar ve baskılarla dolu bir tarihe denk düşmekle birlikte, romana yansıyan yalnızca, Türklerin "inatçı, cesur, şerefine düşkün bir millet" oluşudur. Alman yetkililerin Türk hükümeti ile ilgili yorumlarıyla da, yazar, milli şefe hürmetlerini ve bağlılığını bildirmektedir sanki. Daha bir çok sevimsiz ayrıntı bulunabilir, ama popüler romanlardan sızan gerici ideolojilerin apaçıklığı, bu metin ile ilgili diğer motifleri ele almayı gereksiz kılıyor. 

"Ankara Ekspresi"ni önemli kılan, onun, eli yüzü düzgün ilk Türk casusluk romanı olmasında. Bilindiği gibi, tarihi I.Paylaşım savaşı öncesine dek uzanan casusluk romanları, gerçek hüviyetini II.savaş yıllarında Eric Ambler'le birlikte bulmuştu. E.M.Karakurt'un yazışında o metinlerin ne kadar önemi var bilemiyorum, ama, milli duyguları, macera, aşk ve erotizmi öne çıkarmasına rağmen, -hiç değilse Osman Aysu'da olduğu kadarlık- bir casusluk öyküsü de yansıyor romandan. Metin içindeki erotizm, o dönemler için cesur görünebilir. Ancak, Reşat Enis gibi toplumcu çizgideki yazarların, Peyami Safa gibi milli edebiyatçıların, ya da Kozanoğlu'nun başını çektiği popüler tarihi romancıların daha önce aştıkları bir sınırdadır onun erotizmi. 

Metnin içeriğinden ve tarihinden çıkıp, anlatım özelliklerine ve diline geldiğimizde, üzerinde daha keyile konuşulacak bir alana girmiş oluyoruz. Çünkü, Esat Mahmut Karakurt, Kerime Nadir'e taş çıkartacak kadar abartılı tasvirlerle kurar anlatısını. Öykünün hiç önemi yoktur aslında, her şey dilsel güzellik içindir. Sonbahar mevsiminde bir İstanbul gecesini; "bütün bu işikların pırıltısından, bütün bu gökyüzünü dolduran bulutların renginden ve ağaçların çiçeklerinden daha tatlı, daha pembe bir duman tabakası altında, son bir güneş hüzmesiyle sararmağa, solmağa başlayan güzel İstanbul; barlarında, otellerinde, kulüplerinde ve sokaklarında cereyan eden bütün bu esrarengiz şeylerden tamamiyle bihaber, yeniden mesut bir gece yaşamak üzere, kendini ağır ağır Haliç'in karanlıklarına bırakıyor" diye resmederken, Başkentimizi de; "sağdan ve soldan gelen rüzgarları, denizlerin ve dağların gönderdiği fırtınaları, kalesinin granit kayalıkları üzerinde söndürerek, kuvvetinden emin, temkinli bir eski zaman hükümdarı gibi, tam bir huzur ve sükun içinde, ufuklardan başını kaldırmış, hür Anadolu yaylalarını seyre dalan Ankara" "cümleciği" ile tanıtıyor. 

Mekanlardan insanlara ve tensel ilişkiye geçince, usluptaki ağırlık kaybolmaz; Binbaşı Seyfi'nin ağzından ideal kadın; "sevdiği adama kendi ayağı ile koşarak gelen, geldikten sonra da, vücudunu korumaksızın bırakırken, ruhunda heyecanlar, derisinde ürpermeler, titremeler duyan kadın" olarak takdim edilir. Daha önce erotizmden sözetmiştim, işte erotik olanı pornografik olandan ayıracak örnek bir usluptadır Karakurt'un metni; "birbirlerinin mevcudiyetini ancak, parmaklarının uçlarını, derilerinin üzerinde dolaştırmak suretiyle hissederek, divanın kenarına kadar geliyor ve sonra, garip bir gürültü ile, vücutlarını somyaların üzerine bırakıyorlar". 

Türk romanı üzerine yapılmış inceleme sayısının azlığını biliyoruz. Akademik çalışmalar, ne yazık ki, yapıldıkları fakültelerin dışına çıkamıyorlar. Dergi sayfalarında yapılan roman eleştirilerinde ise, genellikle, içerik sorunlarıyla birlikte tip/karakter tahlilleri öne çıkıyor, Türk romancılarının, roman tekniğini nasıl kullandıkları hakkında bilgi edinemiyoruz. Mesela, kimlik sorunu üzerinde duran incelemeci çoktur, ama, roman tarihinde ilk bilinç-akışı tekniğinin, Recaizade-Ekrem’in “Araba Sevdası” eserinde kullanılması üzerine yapılmış kapsamlı bir araştırmaya hiç rastlamadım. “Ankara Ekspresi” romanında, Esat Mahmut Karakurt’un anlatım tekniği de, bir arayışın ifadesi. Bugün yenilikler olarak alkışlanan bir çok eğilim, bütün cılızlığına rağmen, Türk romanı tarihinden örneklenebilir. Mesela, Atilla İlhan’ın başardım dediği, romanda görsellik yaratma çabası, “Ankara Ekspresi”nin tekniğinden çok ileri değil. Karakurt, daha o tarihte, neredeyse bir kamera göz gibi kullanmış anlatıcıyı. Başka bir romanında, polisiye bir kurgu içeren “Son Tren”de, -okuyucunun merak duygusunu derinleştirmek için- anlatıcıyı da anlattığı öykü hakkında bilgisizmiş, o da heyecanlanıyormuş konumunda tutan yazarın, bakış açısı konusundaki sınırları zorlama çabası içinde olduğunu anlıyoruz. 

"her gecenin bir sabahı, her ıstırabın bir sonu vardır"!

E.M.KARAKURT
Kocamı Aldatacağım 1940
Sokaktan Gelen Kadın 1945
Ankara Ekspresi 1946
Bir Kadın Kayboldu 1948
Ömrümün Son Gecesi 1950
Erikler Çiçek Açtı 1952
Son Tren 1954
Kadın İsterse 

Esat Mahmut Karakurt'ın Yayınlanmış Kitapları
Vahşi Bir Kız Sevdim 1926
Çölde Bir İstanbul Kızı 1926
Dağları Bekleyen Kız 1936
Allahaısmarladık 1936
Ölünceye Kadar 1937
Son Gece 1938
Kadın Severse 1939
İlk ve Son 1940


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder