685 YAĞMUR BEKLERKEN KİTAP ÖZETİ
1.KİTABIN KONUSU:
KİTABIN ADI: YAĞMUR BEKLERKEN
KİTABIN YAZARI: TARIK BUĞRA
YAYIN EVİ VE ADRESİ: TÜRKİYE İŞ BANKASI
YAYINLARI
BASIM YILI: 1990
1.KİTABIN KONUSU:
Cumhuriyet döneminin muhtelif
kesitlerini romanlarına konu yapan yazar, bu eserinde de Serbest Fırka dönemini
ele alıyor ve aynı dönemde Türkiye'deki büyük kuraklıkla siyaset arasında
parelellikler kurarak, yine bir Anadolu kasabasından, meseleleri ortaya
koyuyor.
DERS KİTABI CEVAPLARINA BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ!
2.KİTABIN ÖZETİ:
Tüm
köy halkı,yeni yapılan parkı görmek için sabırsızlanıyordu. Tören saat beş
buçukta başlayacaktı. Bu nedenle esnaf ve halk yavaş yavaş
parka doğru yola koyulmuş, köy meydanı kalabalıklaşmıştı. Kaymakam Bey
ve Cumhuriyet Halk Fırkası’nın mutemedinin de gelmesiyle park açılmaya hazırdı.
Rahmi ve amcası Rıza Efendi de açılış için oradaydılar. Rahmi; annesi ve
babasını küçük yaşta kaybetmişti. Onu amcası Rıza Efendi büyütüp bu yaşına
getirmişti. Okuyup avukat olmasını sağladı. Her ikiside köyün sevilen ve ileri
gelenlerindendi Nihayet kısa bir konuşmadan sonra park hizmete açıldı. Rahmi;
amcasına artık akşamları ailecek gelip oturabilecekleri bir yer olduğu için
sevindiğini anlatıyordu ki; amcası kaşlarını çattı. Cumhuriyetin yedinci yılı
olmasına rağmen bu tip sorunlar aşılamamıştı. Rahmi annesinin ve babasının
vefatından sonra; amcasının yanında büyümüştü. Amcası Rıza efendi ise onu
hiçbir zaman kendi çocuklarından ayrı tutmamıştı. Rahmi okuyup büyük adam
olacağına dair annesine söz vermişti; oldu da. Kasabada ki ikinci avukat
da o olmuştu. Diğer avukat ise Kenan Bey
idi. Kenan Bey ün yapmış , heybetli, babacan ve tuttuğunu koparan birisiydi.
Rahmi başlarda onu kendine rakip görmüş fakat daha sonra bundan utanmıştı.
Çünkü; Kenan Bey daha Rahmi meslek hayatının başındayken ona bir çok dava
göndermişti. Rahmi’nin ise bundan haberi yoktu. Bunu çok sonraları öğrenmiş ve
öğrendikten sonra ona bir ağabey gözüyle bakmıştı.
Rahmi’nin
durumu; gerek ekonomik açıdan gerekse kasaba içindeki konumu itibarı ile gayet
iyiydi. Köyün en güzel evlerinden birinde oturmaktaydı. Eve çok masraf yapmış
ve bir köy için lüks bir hale getirmişti. Eşi Güldane ise dünyalar iyisi bir
kadındı. Müberrer adında bir kızı, Serdar adında bir oğlu vardı. Rahmi köyde
hatırı sayılır, kimsenin selamını esirgemediği bir insandı. Rıza efendi ise çok
çalışmış köyün ileri gelen insanlarındandı. O sene köyün başında bir kuraklık
belası bulunmaktaydı. Eğer böyle devam ederse bağ, bahçe, tarla kuruyacaktı.
Halk daha 5 sene önce yaşanan kuraklığın etkisini yeni yeni atıyordu. Bu yüzden
dört gözle yağmur bekleniyordu. Günler geçiyor fakat havalar gitgide
sıcaklaşıyor, yağmur ümitleri azalıyordu. Kahvehanelerde, evlerde konuşulan
herşey kuraklık hakkındaydı. Dua edilince yağmura kavuşma umudu belirmişti
köylülerde. Tüm ahali toplanacak, duaya çıkılacaktı. Nitekim yapılan dualardan
hiçbir sonuç alınamamış, bir damla bile yağmur yağmamıştı. Birkaç gün sonra ise
havalar birden bire bozmuş, bardaktan boşanırcasına yağmur başlamıştı. Bu
yağmur bile anca birkaç gün için yeterli olabilmişti. Rahmi ise bütün buları
düşünerek İstanbul’dan su pompası getirtmiş; tarlasını yakındaki bir gölden
aldığı ve açtığı kuyulardan çektiği sularla besliyordu. Köylüye de elinden
geldiğince yardın ediyordu. Bütün dikkatler kuraklığa odaklanmışken kasaba gündemine ikinci bir konu düşmüştü.
Dillerden dillere fırkacılık hakkında birşeyler dolanıp duruyordu. Rahmi ise
bunların hiçbirine aldırış etmiyor, ilgilenmiyordu.
Rahmi,
yazıhanesinde oturmuş davaları ile ilgili dosyaları inceliyordu ki; Dr. Fazıl
Bey ziyeretine uğradı ve ona Kenan Bey’in sağlık durumundan bahsetti. Kenan Bey
ağır hastaydı ve Rahmi’yi görmek istiyordu. Kenan Bey Halk Fırkası’na karşı
Serbest Fırka’yı kurmak istiyordu. Fakat sağlık durumu bunun için elverişsizdi.
Rahmi’nin arkasında bırakabileceği en sağlam ve güvenilir insan olduğu düşüncesindeydi.
Rahmi hiç niyeti yokken; Kenan Bey’e olan sevgisinden dolayı kendisini
siyasetin ve çıkılmazın içinde buldu. Gazi Paşa artık memlekette muhalif bir
partinin de kurulması gerektiği inancındaydı. Bu nedenle Serbest Fırkanın
çalışmalarını yoğunlaştırılmasını istiyordu. İşte Kenan Bey’in Rahmi’ye
aktardıkları bunlardı. Bu bir memleket davası idi. Kenan Bey’in ölümü ile
birlikte bütün tepkilere rağmen Rahmi işe koyuldu ve kasabada Serbest Fırka’yı
kurdu. Köy halkı yavaş yavaş değişir olmuştu. İki fırka taraftarları arasında
çekişme başlamış, halk bölünür olmuştu. Sevilen Rahmi; selam verilmez Rahmi
olmuştu.
Bütün
bu gelişmeler Rahmi’nin hayatını altüst etmeye başlamıştı. Avukatlığı
bırakmış, kendini fırkanın işlerine
adamıştı. Kasabada karıncayı bile inciltmeyen insanlar birbirlerine saldırmaya
başlamış, tanınmaz hale gelmişlerdi. Hiçbir yerde huzur kalmamıştı. Evlerde
bile siyaset konuşuluyor, akrabalar, komşular birbirlerine küsüyorlardı.
Secimler yaklaşıyordu. Rahmi’nin bacanağı, Rahmi’yi hep kıskanmış fesat bir
insandı. Aynı zamanda en büyük düşmanıydı. Halk Fırkası’nın saflarında
Rahmi’nin aleyhinde propaganda yapan bir yılandı. Bir gün köye gelen
müfettişlerce Rahmi gözlemlenmiş ve göze girmişti. Kenan Bey’in vefatı
sebebiyle İstanbul’a gittiğinde onunla bu konuda görüşmek istediler. Onu
gözlemleyenler Gazi Paşa’ya kadar ondan bahsetmiş ve onu mebusluğa aday
göstermişlerdi. Köydeki seçimler bitmişti. Kazanan Halk Fırkası idi. Rahmi
kaybetmişti. Ama onu üzen bu değildi. O amacına, hedefine ulaşamamıştı. Derdini
kimselere anlatamamış, emekleri boşa gitmişti. Eski yaşamını özlemiş, sakin bir
hayata dönmek istiyordu. Akrabaları ile arasını düzeltmek, insanlarla yeniden
iyi olmak ve yaşadığı çirkin olayları unutmak istiyordu. Çünkü görmüştü ki kardeş
kardeşi kırmış, komşu komşuya düşman olmuştu. Oysa sadece memlekete hizmet
etmek lazımdı ve tek bu önemliydi. Sırf hırs uğruna, ihtiras uğruna insanların
neler yapabileceğini gördü. Ankara bütün hararetli tartışmalara ve kavgalara
rağmen bundan zarar görmeyecekti ama kasabada durum farklıydı. Bu yüzden bu
işten elini ayağını çekmeliydi. Her zaman ki gibi evine gitti, çocuklarını ve
Ggüldane’yi alıp amcasına doğru akşam yemeği için yola koyuldu. Amcasına
vardığı sırada postacı telgraf getirmişti. Telgrafta mebusluğunun kabul
edildiği ve Ankara’ya gelmesi gerektiği gerekiyordu. Başından beri bu işlere
hiç karışmamasını isteyen amcasıyla gözgöze geldi. O daha sormadan amcası cevap
verdi. “ Burada neyimiz eksik.”
Rahmi
mebusluğu reddetmiş ve eski yaşantısına geri dönmüştür.
3. KİTABIN ANA FİKRİ :
İnsanlar kendi kişiliklerine
uygun işlerle uğraşmalı, alaka ve ilgilerinin dışında olan konulara
bulaşmamalıdırlar.
4. KİTAPTAKİ OLAYLAR VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :
1-
Rahmi :
Kitabın kahramanıdır. Halk tarafından sevilen, sayılan bir insan ve mutlu bir
aile babası olan Rahmi, siyasete karışması ve hayatının alt üst olmasıyla
kitabın ana teması olmuştur.
2-
Rıza Efendi :
Rahmi’nin amcasıdır. Ona doğru yolu göstermeye çalışan bir büyüğü
canlandırmıştır.
3-
Kenan Bey : Gazi
Paşa’nın istekleriyle çok fırkalı yönetime geçişe katkıda bulunmaya .çalışan,
dönemin vatansever bir aydınıdır.
4-
Süleyman :
Rahmi’nin kayınbiraderi olup, onun en zor günlerinde yakın takipçisi ve
destekçisi olmuştur.
5-
Sami :
Ramni’nin bacanağı olan Sami bir akrabanın yapabileceği en kötü şeyleri yaparak
kitabın akışına ayrı bir hava vermiştir.
5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER :
Anlatım
yönünden güzel bir kitap ancak ; adıyla çok fazla ilgisi kalmamış. Çünkü konu
siyaset üzerine fazla odaklanmış. Kitabın sonu kuraklıkla ilgili uygun bir
olayla bütünleştirilseydi çok daha güzel olurdu düşüncesindeyim.
6. YAZAR HAKKINDA BİLGİ:
2 Eylül 1918 tarihinde Akşehir'de
doğdu. İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu. İstanbul Lisesi'nin yatılı kısmında
okurken bu lisenin yatılı kısmının kapatılması üzerine kaydını Konya Lisesi'ne
aldırdı ve liseyi burada bitirdi. (1936). Lise yıllarında Tarık Nazım müstear
ismiyle hikaye ve şiirler yazmaya başlayan Tarık Buğra, İstanbul Üniversitesi
Tıp ve Hukuk fakültelerinde bir süre okuduktan sonra kaydolduğu Edebiyat
Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümü'nün son sınıfında ayrıldı. Askerlik
hizmetinden sonra Şişli Terakki Lisesi'nde muallim muavini olarak işe başladı.
Cumhuriyet
gazetesinin açtığı yarışmada Oğlum(uz) adlı öyküsüyle bin liralık büyük ödüle
layık görüldüğü ilan edildi. (1948). Ancak, Tarık Buğra'ya bu para yerine altın
bir kalem ödül olarak verildi. Aynı yarışmada Doğan Nadi'nin bölük komutanı
birinci ilan edildi ve bu zatın hikayeci olarak adına ikinci bir kez daha
rastlanılamadı. Yine de bu ödül neticesinde aldığı yoğun iş teklifleriyle basın
hayatına atılma konusunda cesareti artan Tarık Buğra, Akşehir'e dönerek
Nasrettin Hoca gazetesi'ni çıkardı (26 Temmuz 1949-28 Haziran 1952). Milliyet
gazetesi, Vatan, Yeni İstanbul gazetesi (1952- 1956), Yol Dergisi (1968) ve
Tercüman gazetesinde (1970-1976) sanat sayfaları düzenledi, fıkralar yazdı,
yazı işleri müdürlüğü yaptı. Hisar dergisi ve Türkiye gazetesinde de yazan
Tarık Buğra, 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul'da öldü.
ESERLERİ
Denemeleri: Yarın Diye Bir Şey Yoktur, İki Uykunun Arasında
Romanları: Siyah Kehribar, Küçük Ağa, Küçük Ağa Ankara’da, İbiş’in Rüyası,
Firavun İmanı, Dönemeçte, Gençliğim Eyvah, Yağmur Beklerken, Yalnızlar,
Osmancık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder