İstiklal Marşı Hakkında Herşey (İngilizcesi Dahil) - Ders Kitabı Cevapları

Yeni Yayınlar

Mayıs 08, 2013

İstiklal Marşı Hakkında Herşey (İngilizcesi Dahil)

Edit
 DERS KİTABI CEVAPLARINA BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ! 

iSTİKLAL MARŞI ve AÇIKLAMASI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Bu kıtada Mehmet Akif Türk Milletine sesleniyor.
Ümit ve güven içeren sözleriyle:
"Ey Millet' im! Yurdumuzun düşmanlar tarafından kuşatılmış olmasına bakarak bayrağımız için endişe etme, korkma. Çünkü bu topraklar üzerindeki en son ocak sönmeden, en son Türk bu uğurda canını vermeden bayrağımıza kimse el uzatamaz.
Rengini şehitlerimizin kanından alan ve şafaklarda da bir alev gibi dalgalanan bayrağımın, milletimin yıldızı ve bağımsızlık sembolüdür. Gökteki yıldıza el sürülmediği gibi, milletimin yıldızı olan bayrağıma da düşmanlar dokunamaz. O, Türk milletinindir ve daima öyle kalacaktır.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey şanlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, Hakk' a tapan milletimin istiklal!
Bu dörtlükte şair bayrağımıza sesleniyor;

"Uğruna canımı vereyim, ne olur kaşlarını çatma. Ey hilal kaşlı güzel bayrağı Neden bize dargın azarlar gibi bakıyorsun? Seni o nazlı nazlı dalgalandığın göklerimizden indirmelerine izin vereceğimizi mi sandın? Kahraman milletim hür yaşamak ve seni hür yaşatmak için çok kan döktü, şu anda da dökmektedir. Sen bize kaş çatarak, uğrunda yapılan bu fedakarlıkları hiçe sayarsan, dökülen kanlarımız sana helal olmaz. Doğruluk ve adalet için çalışan, Allah' a inanarak ona kulluk eden, istiklali uğruna canını veren milletimin hakkı bağımsızlıktır, hürriyettir.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Mehmet Akif bu kıtada hürriyet kavramını işliyor. "Ben" kelimesi ile Türk milletinin kastediyor ve;
"Ben yaratıldığı günden beri hür yaşamış. Beni esir edeceğini düşünenler ancak aklını kaçırmış olanlardır. Onların bu çılgınca düşüncelerine şaşarım. Çünkü ben şimdiye kadar hiç esir olmadım. Hürriyetimi elimden almak isteyen olursa kükremiş bir sel gibi coşar, önüme çıkan engelleri çiğner geçerim. Bu uğurda dağları parçalar, uçsuz bucaksız denizlere bile sığmam, yine taşarım.( Mehmet Akif, son mısrada "Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım " sözleri ile "Ergenekon Destanı' nı" anlatıyor ve hatırlatıyor. )

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhattim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar

Bu kıtada Mehmet Akif sömürgeci, saldırgan batıya çatmakta, medeniyet adı altındaki saldırgan tutumunu kınamaktadır:"Batı ordularının en modern silahlarla, tank ve toplarla, tıpkı çelikten bir duvar gibi üzerimize yürümesi bizim için önemli değildir.Türk Milleti' nin öyle bir iman gücü, şehitlik inancı var ki o imanlı göğüslerin her biri bir kale gibidir. Bu imanlı göğüsler karşısında en modern silahlar etkisiz kalır, hepsi yok olur, parçalanır.
Onların homurtuları. Ulumaları da seni korkutmasın. Medeniyet maskesi takarak etrafa saldıran, zayıfları ezen ve sömüren bir canavar, bizim imanlı göğsümüze en ufak bir korku veremez. Zaten "Medeniyet" adı altında yapılan bu vahşiliklerden sonra onun gerçek canavar yüzü ortaya çıkmıştır. O canavarında tek dişi kalmıştır, bize asla zarar veremez.

"Arkadaş! Yurdumu alçaklara uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayatsızca akın.
Doğacaktır sana va' dettiğin günler hakk' ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bu kıtada Mehmet Akif Türk Milleti' ne, onun kahraman askerlerine ümit ve karanlık aşılıyor ve:"Arkadaş! Alçakların yurduma girmesine kesinlikle izin verme! Yurduna saldıran düşmana gövdeni siper et! Onlarla ölünceye kadar savaş! Onların utanmazca saldırılarına karşı dur!Cenab-ı Hak mutlaka sana yardım edecektir. Çünkü Allah, sabreden ve korkmadan hak yolunda savaşan mü' minlere zafer vereceğini Kur-an' ı Kerimde vad etmiştir.Allah, bu yardımı belki yarın, belki yarından da kısa zamanda ortaya çıkacaktır ve düşman perişan edilecektir.( Nitekim Türk Milleti' nin iman gücü ve Allah' ın yardımı ile kat kat fazla asker ve silah gücüne sahip düşman orduları balta ve tüfeklerle mağlup ve perişan edilmiştir. )

Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

6.kıtada kutsal vatan ve vatan toprağı ele alınmaktadır, Mehmet Akif gençlere, üzerinde yaşadıkları toprakların değerini ve özelliğini iyi bilmeleri gerektiğini anlatmaktadır. "Bastığın yerleri"toprak!" diyerek geçme! Geçmişi iyi öğren! Çünkü bu vatan, toprakları uğruna şehit düşenlerin kefensiz olarak gömüldükleri, her karışında bir şehit kanı olan kutsal topraklardır.
Sen ki; dini, vatanı uğruna canını alan şehid' lik mertebesine ulaşmış bir babanın oğlusun. Vatanı' na gereken değeri vermez, onu atalarının koruduğu gibi korumazsan ataların incinir, üzülür. Bu cennet vatanı her ne pahasına olursa olsun korumalı, dünyaları da alsan bu yurdun bir karış toprağını bile vermemelisin.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

İstiklal Marşı' nın 7.kıtasındaki Mehmet Akif vatan sevgisini,vatan toprağının özelliğini ve Türk vatanı' nın yüceliğini, şöyle anlatmaktadır:
"Bu cennet vatan uğruna canını vermek için hazır bekliyor.Şimdiye kadar bu uğurda o kadar çok yiğit canını verdi ki; bir karış toprakta bir şehit yatmaktadır. Toprağı sıkan, şehitlerin kanı fışkıracak kadar çok şehit verilmiştir. Allah canımı, canım kadar sevdiğim şeyleri, bütün varımı, yoğumu alsın; yeter ki beni bu vatanımdan ayrı ve uzak bırakmasın."

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

8.kıtada Mehmet Akif, dini ve vatan uğruna şehit olanların ruhlarına tercüman olmakta, onların:
"-Yüce Allah' ım! ruhumun senden dileği şudur:
Uğruna canımızı verdiğimiz yurdumuza düşmanlar girmesin, camilerime yabancılar el sürmesin! Bu mabetlerde okunan ezanlardaki şahadetler ki:
"Eşhedü enla ilahe illallah,
Eşheddü enne Muhammeden Resulallah"
Kelimeleri Türk Milleti' nin Müslümanlığını ve bağımsızlığını ilk şartı ve temelidir.
Hürriyetin sembolü olan bu ezanlar yurdumun her köşesinde okunsun.
Milletim kıyamete kadar hür yaşasın."

O zaman vecd ile bin secde eder-varsa-taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır Ruh-ı mücerret gibi yerden na' şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

O zaman ( camilere düşman ayağının basmadığı, ezan seslerinin yurdun her köşesinde duyulduğu zaman )yer yüzünde bir mezar taşım varsa, sevinci ve mutluluktan mezar taşım bile coşkunlukla secdeye kapanacaktır.
Milletim hür olduğunu görmenin ve şehitlik makamına ermenin kıvancı ile sevinç göz yaşlarım, savaşta aldığım yaralardan boşanır.
Cesedim, cisimsiz bir ruh gibi göğe yükselerek, başım göğün en yüksek katı olan Arş' a kadar yükselir.( Allah yolunda öldürülmüş olanlar için "ölüler" demeyin. Bil' akis anlar diriler. fakat siz iyice anlayamazsınız. )El bakara süresi Ayet: s-155

Dalgalan sende şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk' a tapan, milletimin istiklal!

Büyük vatan şairi Mehmet Akif İstiklal Marşı' nın son kıtasında tekrar şanlı bayrağımıza hitap etmekte ve:
"Şanlı Bayrağım! Sen de artık şafaklar gibi al rengiyle, göklerimde hür ve mesut olarak dalgalan. Sabah şafağının ardından görülen aydınlık gibi, Türk milleti de bu sıkıntılı ve karanlık günlerden sonra aydınlığa kavuşacaktır.
Uğruna dökülen kanlarımızın hepsi sana helal olsun.
Artık Türk Milleti' nin yok olması, dağılması diye bir şey ebediyen söz konusu olamaz.Çünkü; daima hür yaşamış olan, daima tek olan Allah' a inanan ve ona kulluk eden, daima vatanı uğruna çalışan ve çarpışan milletimin hürriyet ve istiklal her zaman haklıdır."

İSTİKLAL MARŞI

Türkiye Cumhuriyeti' nin marşı.
Türkiye' de, ulusal marş yazılması önerisi, önce 1920 yılında İsmet Paşa' dan (İnönü) geldi. Maarif Vekaletinde bu öneriyi dikkate alarak bir yarışma düzenledi. O günlerde Türk Kurtuluş savaşı en heyecanlı günlerini yaşıyordu; toplumda ulusal bilinci pekiştirecek, ulusçuluk duygusunu daha da canlı kılacak bir marşa gereksinme duyuluyordu. Yarışmada ayrıca güfteyi yazacak olana 500TL, besteyi yazacak olana 1.000TL. ödül vereceği duyuruldu. Yarışmaya katılan 724 şiirden hiçbiri başarılı bulunmadı. Mehmet Akif Ersoy, böyle bir ödülden rahatsızlık duyduğu için yarışmaya katılmamıştı. Dönemin Maarif Vekil Hamdullah Suphi (Tanrıöver) ,Mehmet Akif' e Mektup yazıp, kendisi için sakıncalı gördüğü konularda güvence verdikten sonra Mehmet Akif, 48 saat gibi kısa bir sürede marşın güftesini yazıp imzasız olarak Maali Vekaline gönderdi. T.B.M.M' nin 1 Mart 1921 tarihli toplantısında okunan bu şiir, 12 Mart 1921 tarihli toplantıda da ulusal marş olarak kabul edildi. Mehmet Akif İstiklal Marşı için "Onu milletime ve kahraman ordumuza hediye ettim. Zaten o milletin eseridir, milletin malıdır. Ben yalnızca gördüğümü yazdım." demiş ve bu şiiri Safahat adlı şiir kitabına almamıştır.
Bu şiirin marş biçiminde bestelenmesi içinde bir yarışma açıldı ve yarışmaya aralarında Ali Rifat Çağatay, Hüseyin Saadettin Arel, Lemi Atlı, Mehmet Baha (Pars), Rauf Yekta, Sadettin Kaynak, Zekıi Üngör'ün de bulunduğu besteciler katıldı. Ancak savaşın şiddetlenmesi üzerine kesin bir seçme yapılamadı; marşın farklı bestelerle okunması birtakım sakıncalar yarattığı için, 1924'te Maarif Vekaletinde oluşturulan bir kurul tarafından Ali Rıfat Çağatay'ın bestesi resmen kabul edildi, marş bu beste ile 1930 yılına kadar çalınıp söylendi.
1930' da yeni bir emirle Cumhurbaşkanlığı Orkestrası şefi Zeki Üngör tarafından yeniden bestelenen marşın, armonik düzenlenmesi Edgar Manas, bando düzenlemesi de İhsan Servet Künçer tarafından yapıldı.
İstiklal Marşı, 41 diziden oluşur; dokuz bölüm dörtlük, 10 bölümse beşliktir. Aruzun "feilatün (failatün) /feilatün /feilatün /feilün (fa' lün)" kalıbıyla yazılan şiirde uyaklar tamdır ve her bölüm kendi içinde belirleyici bir uyak izlemektedir. Türk Kurtuluş Savaşı' nın en çetin günlerinde yazılan bu marşta Mehmet Akif, Kurtuluş Savaşı' na tanık olan bir ozanın duyarlığı aktarmıştır: Tarih boyunca özgür ve bağımsız yaşayan Türk Ulusunun, kutsal değerlerinden olan bayrağına, yurduna, kültür ve tarih mirasına yönelik sömürgeci eylemler karşısında takındığı (ve takınması gereken) tavrı azimli, inançlı ve gür bir sesle adeta haykırmaktır. Türk Ulusu, tarih boyunca özgür ve bağımsız yaşamıştır, bundan sonra da sonsuza değin özgür ve bağımsız yaşama hakkına sahiptir. İlk iki dörtlüğü, bütün resmi törenlerde çalınıp söylenmekte olan İstiklal Marşı, bayrak gibi Türk Ulusunun simgesidir.

MEHMET AKİF ERSOY

Türk ozanı (İstanbul, 1873-İstanbul, 1936)
Dört yaşındayken, Fatih’ te, Emir Buhari Mahalle Mektebi’ nde öğrenime başlayan Mehmet Aki Ersoy, Fatih Medresesi müderrisinden olan babası Mehmet Tahir Efendi’den arapça, Fatih Camisi başimamından din dersleri aldı; daha sonra Farsça öğrendi; bir yandan da Fransızca çalıştı. Fatih Merkez Rüştiyesinden sonra, Mülkiye Okulu’ nun lise bölümünü bitirdi; yüksek bölüme geçmişken babasının ölümü ve evlerinin yanması üstüne, yatılı öğrenci olarak Halkalı Mülkiye Baytar Mektebi’ ne girdi. 1893’ te müfettiş yardımcısı olarak Rumeli, Anadolu ve Arabistan’ da dört yıl görev yaptıktan sonra, 1906’ da Halkalı Ziraat Mektebi’ nde öğretmenliğe başladı; 1908’ de Darülfünün Edebiyat Umumiye Müderrisliği’ ne atandı. Darülfunun’ daki şiirle uğraşmasını kolaylaştırdı. Sıratı Müstakim dergisinde yazdığı “Küfe” ve “Seyfi Baba” gibi şiirlerde ününü yaygınlaştırdı. Genellikle, İstanbul halkının yoksul bölümünden edindiği izlenimlere yer verdiği bu şiirlerini, 1911’ de yayınlanan safahat adlı yapıtında toplandı. O dönemde, İttihat ve Terraki Partisiyle de ilişki kurdu; parti içi kuruluşlarda Arapça dersleri verdi; İstanbul’ un büyük camilerinde İslam birliğini savunan konuşmalar yaptı. 1913’ te Baytar Genel Müdürlüğü’ ndeki görevinden ayrılıp, 1914’ de Teşkilatı Mahsusa görevlisi olarak, önce Almanya’ ya sonra Arabistan’ a gönderildi. Arapların çöküşünü görerek düş, kırıklığına uğradı.
1920’ de işgal altındaki Anadolu’ya geçip, bağımsızlığını kazanacak bir Türkiye aracılığıyla İslam birliğinin kurulacağı umuduna kapıldı. Burdur milletvekili olarak meclise girdi. Ümmet birliğinden çok ulus birliğine değer vererek yazdığı İstiklal Marşı şiirinin, 1921’ de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ nde ulusal marş olması kabul görüldü. 1923’ ten başlayarak, her yıl kış aylarını geçirmek için gittiği Mısır’ a 1926’ da kesin olarak yerleşti. Karaciğerinden hastalanarak, 1936’ da yurda döndükten bir kaç ay sonra öldü.

VATAN AŞKI

Mehmet Akif Ersoy; dinine ve milletine oldukça bağlı bir Türk şairimizdir. Hayatını dinine adamış ve milletini canından çok sevmesi çok gurur verici. Bence bütün Türkler dini ve milleti için bir şeyler yapmalıdır. Mehmet Akif Ersoy bu sevgisini şiirler yazarak, okullarda ve camilerde hocalık yaparak göstermiştir. Kendiside halktan olduğu için şiirlerinde onlardan bahsetmesi çok güzel bir olay. İstiklal Marşı onun için ve milletimiz için çok önemli ve değerli bir marştır. İstiklal Marşı’ nda milleti anlatması onun içinde bulunduğu vaziyeti söylemesi, Türkiye’ yi nasıl koruyacağımızı ve ona nasıl sahip çıkacağımızı yazarak bize yol göstermiştir.


İstiklal Marşı (Türkçesi)

Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!

Çatma kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl;
Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl;
Hakkıdır Hakk'a tapan, milletimin istiklâl.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garb'ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim imân dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmanı boğar,
"Medeniyyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Rûhumun senden ilâhî şudur ancak emeli:
Değmesin ma'bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar - ki sehâdetleri dînin temeli -
Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder - varsa - taşım;
Her cerîhamdan, İlâhi, boşanır kanlı yaşım;
Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na'şım!
O zaman yükselerek Arş'a değer, belki, başım!

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarım hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl.

Mehmet Âkif ERSOY


İstiklal Marşı (İngilizcesi)

Fear not! For the crimson flag that proudly waves in these dawns, shall never fade,
Before the last fiery hearth that is ablaze within my nation burns out.
And that, is the star of my nation, and it will forever shine;
It is mine; and solely belongs to my nation.

Frown not, I beseech you, oh thou coy crescent,
But smile upon my heroic nation! Why the anger, why the rage?
The blood we shed for you will not be worthy otherwise;
For freedom is the absolute right of my God-worshipping nation.

I have been free since the beginning and forever will be so.
What madman shall put me in chains! I defy the very idea!
I'm like the roaring flood; powerful and independent,
I'll tear apart mountains, exceed the heavens and still gush out!

The lands of the of the West may be armored with walls of steel,
But I have borders guarded by the mighty chest of a believer.
Recognize your innate strength! And think: how can this fiery faith ever be killed,
By that battered, single-toothed monster you call "civilization"?

My friend! Leave not my homeland to the hands of villainous men!
Render your chest as armor! Stop this disgraceful rush!
For soon shall be come the day of promised freedom...
Who knows? Perhaps tomorrow? Perhaps even sooner!

See not the soil you tread on as mere earth,
But think about the thousands beneath you that lie without even shrouds.
You're the noble son of a martyr, take shame, hurt not your ancestor!
Unhand not, even when you're promised worlds, this paradise of a homeland.

What man would not die for this heavenly piece of land?
Martyrs would gush out if you just squeeze the soil! Martyrs!
May God take all my loved ones and possessions from me if he will,
But may he not deprive me of my one true homeland for the world.

O Lord, the sole wish of my heart is that,
No infidel's hand should touch the bosom of my temple.
These adhans, the shahadah of which is the base of the religion,
Shall sound loud over my eternal homeland.

Then my tombstone - if there is one - will a thousand times touch its forehead on earth (like in salah) in ecstasy,
O Lord, tears of blood flowing out of my every wound,
My corpse will gush out from the earth like a spirit,
And then, my head will perhaps rise and reach the heavens.

So flap and wave like the dawning sky, oh glorious crescent,
So that our every last drop of blood may finally be worthy!
Neither you nor my nation shall ever be extinguished!
For freedom is the absolute right of my ever-free flag;
For freedom is the absolute right of my God-worshipping nation!

Mehmet Âkif ERSOY


MİLLÎ MARŞ VE EDEBÎ METİN OLARAK İSTİKLÂL MARŞI

Günümüze kadar gelen tarihî bilgilerin ışığında, Türk millî marşı yarışmasına 724 şiirin katılmış olduğunu biliyoruz. Bu şiirlerini tamamını ihtiva eden bir dosya maalesef mevcut değil. Yalnız bunlar arasında bir heyetin seçerek Meclis’e takdim ettiği yedi şiirden biri o sırada kabul edilmiş olsaydı yalnız zayıf bir millî marşımız olmakla kalmıyacak, aynı zamanda, belki Türkçe’nin en güzel şiirlerinden birine sahip olamayacaktık.
Birinci Büyük Millet Meclisi hükümetinin Maarif Vekili Hamdullah Suphi de bizim şimdiki endişemizi o günden hissetmiş olmalıydı ki araya aracılar sokarak Mehmed Akif Bey’in yarışmaya mutlaka katılmasının teminini ısrarla istemiştir.
Aradaki para mükâfatının kaldırılması şartıyla yarışmaya katılan Mehmed Akif’in İstiklâl Marşı’nı tamamlayıp Maarif Vekâletine gönderdiği, fakat henüz sonuç alınmadığı günlerde manzume ilk defa Sebilürreşad dergisinde çıkar. Şiirin baş tarafında bir ithaf vardır:

“Kahraman Ordumuza”.

İstiklâl Marşı’nı okurken ve dinlerken bu ithafın değerini ve önemini hatırdan çıkarmamak lâzımdır. O kahraman ordu ki, marşın yazıldığı çetin mücadele yıllarında kadın erkek her ferdiyle bütün bir milletin kendisiydi. Demek ki “Kahraman Ordumuza” ithafı, aynı zamanda “Kahraman Milletimize” manasını da taşımaktaydı.

Şimdi, Mehmed Akif’in İstiklâl Marşı’nı Safahat’a niçin koydurmadığı ve “O benim değil, milletimindir” dediği üzerinde biraz daha durabiliriz. Akif’in bu sözünün gerçek manası sadece bu şiiri, her ferdi kahraman birer nefer olan millete ithaf etmiş olmaktan mı ibarettir? Yoksa “O benim değil, milletimindir” demesinin başka bir anlamı mı vardır?

Dünyada millî marşların güfteleri, bir şairin kaleminin mahsûlü olmakla beraber, onu benimseyecek, yıllarca, yüzyıllarca dilinden düşürmeyecek olan milletin de karakterini aksettirmek gibi bir özelliği beraberinde taşırlar. Bu bakımdan birçok millî marş şairinin adı çok defa unutulur; bir milletin kuruluşunda, tarihi bilinmeyen devirlerde teşekkül eden destanlar gibi anonimleşir.

Millî marş tabiri, bu özellikleri taşıyan şiirlerin bütün dünyada yaygın olan ortak adıdır. Bazı millî marşların ayrıca isimleri de vardır. Bu isimler o milletin bir vasfını veya marşın yazıldığı, kabul edildiği sıradaki olağanüstü bir hadiseyi işaret eder.

Bizim millî marşımızın, dünya millî marşları arasında ayrı bir yeri vardır. Millî marşımızın adı “İstiklâl”dir. Bu kavram milletimizin çok önemli bir karakterini belirtmektedir. Tarihler, bilinen en eski çağlardan günümüze kadar Türklerin on altı, elli veya yüz küsur devlet kurmuş olduğunu yazarlar. Bu sayının azlığı veya çokluğu, devlet tarifinin farklılığından kaynaklanmaktadır ve pek de önemli değildir. Asıl önemli olan, milletimizin tarihinde, hiçbir devirde devletsiz bulunmadığıdır. Yazılı en eski Türkçe metinlerden olan Orhun Kitabeleri’nde de sık sık vurgulanan, Türk milletinin hür ve müstakil yaşamaya alışmış olmasıdır. Akif’in

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım
Yırtarım dağları, enginlere sığmaz, taşarım

mısralarında Türk milletinin tarihinin bilinen en eski devirlerinden gelen bu değişmez karakterine işaret vardır.

Devletin çeşitli tarifleri varsa da bütün bu tariflerin içinde değişmeyen ve her zaman var olan unsur, istiklâldir. Millî marşımız, milletimizin işte bu hiç değişmeyen karakterinin yakın çağdaki aaaahürü olan bir mücadelenin içinden çıkmıştır. Yirminci yüzyıl başlarında, istiklâline sahip yegâne Türk birliği Osmanlı Devleti’ydi. Hatta bağımsız yegâne İslâm devleti de Osmanlıydı. Millî marşımız, işte bu devletin, adına medeniyet denilen tek dişi kalmış bir canavar tarafından yok edilme niyet ve teşebbüslerine karşı verilmiş bir kavganın içinden doğmuştur. Onun için adı “İstiklâl Marşı”dır. Onun için manzume İstiklâl’le başlar ve İstiklâl’le biter. Ayrıca şiirin başka kıtalarında, başka mısralarında İstiklâl kelimesi geçmese de zikredilmemiş bir istiklâl değişik motiflerle kendini hissettirir: “Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” mısraında olduğu gibi. Çünkü sancak da aslında bir milletin istiklâlinin sembolüdür. Marşımızın bu ilk mısraında da bayrak, istiklâlin sembolü olarak, hiç sönmeyeceği müjdesiyle birlikte gelir. Hem de “Korkma!” haykırışıyla zihinleri, gönülleri, yürekleri bir çığlık halinde doldurarak.

Bestelenmiş iki kıtasının sonunda ve bütün manzumenin sonunda tekrarlanan mısra “Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklâl”dir. Bu mısralarda milletimizin iki mühim karakteri bir arada belirtilmiştir. Biri, biraz önce belirttiğim, hiçbir devirde kaybetmediği istiklâlin onun hakkı olduğu. İkinci ise bu hakkın, istiklâl hakkının, iman duygusuyla beraber doğuşudur. İman duygusunu son mısradaki ikinci Hak kelimesinden çıkarıyoruz. Bu Hak, Allah manasındadır. Böylece millî marşımızda milletimizin dinî ve millî karakteri birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak ifade edilmiş olmaktadır.

Görüldüğü gibi, millî marşımızın adı tesadüfî değildir. Hatta yazıldığı yıllardaki şartları düşünerek, sadece şairinin ümit ve temennisinden de ibaret olmadığı söyleyelim. Hak kelimesinin dilimizde kullanılış manalarıyla sanat halinde ifade edilmiş bir gerçeğin ta kendisidir.

Millî marş güftelerinin bir özelliği de, içinden çıktığı milletin yaşadığı olağanüstü bir hali, bilhassa büyük felâketli zamanları, bunların arkasındaki büyük ümitleri ve zaferleri aksettirmesidir. Meselenin herkesçe bilinen tarihî teferruatı üzerinde durmaya gerek görmüyorum. Bir millî marş güftesi yazılmasının Akif’e teklifi ile İstiklâl Marşı’nın Büyük Millet Meclisi’nce kabulü tarihleri, 1920 Aralık ayı ile 1921 Mart’ı arasına rastlamaktadır. Bu tarihler İstiklâl Mücadelelerinin en kritik aylarıdır. Millî Marşımızın, “Korkma!” hitabıyla başlaması, iyi niyetli olmayan bazı itirazlara sebep olmuştur. Aslında Akif’in, şiirine bu hitapla başlaması çok manidardır. Yalnız dönemin şartlarını çok iyi bilmek gerekir. Batılı devletlerin silâhlandırdığı Yunanlıların Anadolu içlerine yürümesi, Birinci İnönü Muharebesi, iç isyanlar ve bunların bastırılması gibi olayların vuku bulduğu zamanlardır. Meclis ve onunla beraber bütün bir Türk milleti korku, ümit, ümitsizlik, zafer ve sevinç haberlerini, duygularını, heyecanlarını arka arkaya ve birbirine karışmış halde yaşıyordu. İşte bu yeis günlerinde “Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” hitabıyla başlayan ve “Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl” mısraıyla devam eden İstiklâl Marşı doğmaktadır. Millî Marşımızın “Korkma!” diye başlaması boşuna değildir. Ümitsizliğin, inanç yokluğundan geldiğini haber veren bir dinin mensubu olan Türk milleti, bu manzume ile var olma azmini, imanını, iradesini yeniden bulmuştur. Onun için İstiklâl Marşı, bir milletin ölüm-kalım çağının destanıdır. Millî Mücadele’nin ne gibi zor hatta başarılması imkânsız gibi görünen şartlar altında yapıldığı malûmdur. Adına medeniyet denilen ve her türlü teknik donanımı haiz düşmanın, en güçlü ve yeni silâhlarla saldırarak yağma etmek istediği bir vatanda Türk milletinin güvendiği en önemli silâh imanıdır. Bu imanı hem dinî manada vatan için şehadet inancına, hem millî manada kendine güven olarak düşünebiliriz. Millî Mücadele’nin kazanılmasında Türk milletinin istiklâline düşkün bir millet olması yanında, sadakatle bağlı olduğu dinî inançların rolü unutulmamalıdır. Milletinin sinesindeki bu gücü bilen Mehmed Akif ona bu tarafıyla seslenmektedir:

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var
Ulusun, korkma, nasıl böyle bir imanı boğar
Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar

Nihayet millî marşların üçüncü bir hususiyeti olarak, anonim karakteri taşıması meselesine geliyorum. Yani tıpkı destanlar gibi, milletçe yaşanmış, milletçe yaratılmış, sahibi bilinmeyen anonim karakterde bir şiir olması. İstiklâl Marşı anonim bir şiir değildir. Ancak Akif’in, bu marş için açılmış yarışmaya ne şartlar altında katıldığını, yahut katılmayıp ısrar üzerine sonradan ne şartlar altında şiirini gönderdiğini biliyoruz. Akif’in bu yarışmaya katılmamasındaki felsefesi açıktır: Millî marş güftesi ısmarlama olmaz. Ve marşın yazılmasından dolayı da para gibi hasis bir menfaat kabul edilemez.

Yarışmaya katılan yüzlerce şiirin beğenilmemesi, bir milleti temsil edecek, onun karakterinin sembolü olacak değerde bulunmaması, Akif’in haklı olduğunu göstermiştir. Her iki şart da Akif’in isteği üzerine kaldırılır. Yani şiir ne yarışma için ısmarlanmış olacak, ne de karşılığında para verilecektir. Akif’in şiiri zaten ısmarlama değildi. O çetin günlerde, yarışmadan çok önce tamamen samimi duygularıyla zaman zaman yazdığı birçok mısraını parça parça dostlarına okuyordu. Daha sonra Maarif Vekili’nin ısrarı ve dostlarının aracılığıyla yarışmaya katılmayı kabul eden Mehmed Akif, o zaman, ikamet ettiği mütevazi Taceddin Dergâhı’nın odasında iç sükûnetine çekildi. O uhrevî hava içinde milletinin azmiyle, iradesiyle kendi sanatını birleştirdi. Âdeta “ruhunun vahyini” duyarak taşa geçirircesine şiirini tamamladı.

Mehmed Akif’in bütün Safahat’ında, içinde yaşadığı topluma yabancı kalmadığını, onun dertleriyle nasıl hemdert olduğunu biliyoruz. Fakat hiçbir şiirinde, İstiklâl Marşı’nda olduğu kadar, âdetâ mistik bir ruhla, milletiyle beraber, milletiyle bir aynîleşme, özdeşleşme içinde olmamıştır. İşte bütün bu olağanüstü şartların birleşmesiyle Mehmed Akif’e göre İstiklâl Marşı artık kendisinin değil milletin ruhundan çıkmış bir şiir olmuştur, başka bir ifadeyle şiirinde milletini konuşturmuş bir medyum gibiydi. Bunun için onu Safahat’a almamış ve “o benim değil, milletimindir” demiştir.

Şimdi Akif’in bu vasiyetini ihmal etmeyerek, biraz da onun bu şiirde gösterdiği sanatına temas etmek istiyorum. İstiklâl Marşı’mızı, başka milletlerin millî marşlarından ayıran özellikleri zikrederken unutulmaması gereken bir karakterini de belirtmek gerekir. O da, şairinin Türkiye’de bütün bir millet tarafından bilinen bir şahsiyet olmasıdır. Dünyada millî marşların çoğu, adı duyulmamış veya o milletin edebiyat tarihlerinde önemli yeri olmayan şairlerin yazdıklarıdır. Hatta çoğunun edebî değeri zayıftır ve önemi sadece ortaya çıktığı dönemin heyecanlı bir hatırasını taşımaktan ibarettir. Mehmed Akif ise yalnız İstiklâl Marşı’nın şairi olarak değil, hemen bütün şiirleriyle zamanında da, günümüzde de en çok tanınan şairdir. Belki bütün milletimizce en çok benimsenen ve en çok okunan şairdir. Safahat’ın bugün, Türkiye’de hiçbir şiir kitabının ulaşamadığı defalarca basımıyla yüz binin çok üzerinde tiraja ulaşmış olması bunun açık bir delilidir. Akif’in şiirinde fanaaaiye yer yoktur. Kendi şiiri hakkında söylediği “Bir yığın söz ki samimiyeti ancak hüneri” mısraı da bu gerçeği gösterir. Akif kadar milletinin acılarını, mutluluklarını samimi olarak duyan, yaşayan ve yazan başka ikinci bir şairden bahsetmek kolay değildir.

Fakat o erişilmez tevazuu ile şiiri hakkında “samimiyeti ancak hüneri” demekteyse de, şiirinin, özellikle de İstiklâl Marşı’nın samimiyetinin dışında başka hünerleri vardır. İstiklâl Marşı edebî bir metin olarak da Türk şiirinin en güzel örneklerindendir.

İstiklâl Marşı, gerek nazım tekniği gerekse muhteva bakımından herhangi bir millî marş güftesinin çok ilerisinde, Türk edebiyatının en güzel lirik-hamasî şiirlerindendir. Son kıtası beş mısra olmak üzere dörder mısralık on kıtadan oluşan ve aruzla yazılmış olan şiirin her kıtasının bütün mısraları tam kafiyelidir ve her kıtanın, temayı teşkil eden duyguyla uyumlu ton ve vurguların yer aldığı sağlam bir nazım yapısı vardır. Hece vezninin yaygınlaştığı ve ciddi olarak rekabete giriştiği bir dönemde geleneksel şiirimizin vezni olan aruzun Akif’in kaleminde olağanüstü bir rahatlıkla kullanıldığını bütün tenkitçiler kabul eder. Alışılmışın dışında, beklenmeyen fakat bir sehl-i mümteni gibi şairin kolaylıkla yakaladığı kafiyeler, yer yer işlenen tema ile uyumlu iç kafiyeler şiirin ses zenginliğini oluşturur:

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl

Uyarıcı, vurgulu tonda hitap ifadeleri:

Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
yahut
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın!
veya
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı!
mısraları gibi.

Fakat dua mısralarına geldiğinde Akif secdelere kapanırcasına büyük iradenin önünde diz çöker:
Ruhumun senden İlâhi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli

İşlenen temalar bakımından da sağlam bir yapısı olan İstiklâl Marşı’nda ilk iki kıtada bayrağa hitap eden şair, onun milletin varlığıyla beraber ebedî istiklâlini müjdeler. Şair üçüncü ve dördüncü kıtalarda Türk milleti adına konuşmakta, ebedî hürriyet aşkı ve imanıyla Batılıların maddî güçlerine karşı direneceğini söylemektedir. Türk askerine hitap eden beşinci ve altıncı kıtalar, üstünde yaşadığımız yerlerin alelâde bir toprak değil vatan olduğunu, onun düşmana çiğnetilmemesi gerektiğini telkin eder. Yedinci ve sekizinci kıtalarda sevilen pek çok şey kaybedilse bile vatanın kaybedilmemesini ve ezan seslerinin kesilmemesini niyaz eder. Dokuzuncu kıtada bu duası kabul edildiği takdirde kendi ruhunun da vecd içinde yükseleceğini söyler. Nihayet son kıtada yine bayrağa dönerek ona ve milletine ebediyen çöküş olmayacağını, hürriyetin ve istiklâlin ebediyen onun hakkı olduğu müjdesini tekrar eder.

Milletin iradesine ve Allah’ın müminlere vaad ettiği zaferin er geç gerçekleşeceğine inanan Mehmed Akif’in şiirindeki özelliklerinden biri de millî ve ulvî değerler ile dinî motifleri dengeli bir şekilde kıtalara yerleştirmesidir. Bayrak, hilâl, yıldız, hak, hürriyet, istiklâl, yurt, millet, ırk, vatan, kahramanlık gibi millî kavramlarla iman, şehâdet, helâl, cennet, Hudâ, ezan, mâbed, vecd gibi dinî motifler birbiriyle uyum halinde ve zengin bir belâgatle kullanılmış, böylece Millî Mücadele’yi gerçekleştiren halkın ruhunda mevcut iki önemli kavram İstiklâl Marşı’nın da iki temel temasını oluşturmuştur.

Tam bir bütünlük gösteren, dört başı mamur bir şiir olan İstiklâl Marşı’nda mecazlar ve semboller de ifade sanatı bakımından manzumeyi zenginleştirmiştir. Bu kısa konuşma içinde bunları açıklamak değil sadece bu sanatların adlarını sıralamak bile mümkün değildir. Manzumenin her mısraı, her ibaresi, her kelimesi ses ve mana bakımından birbiriyle ilişkilidir. Hemen her kelime, her kavram aslî ve mecazî manalarıyla şiirde yerlerini almıştır.

Bütün bu vasıflarıyla İstiklâl Marşı tek taşı bile yerinden oynatılmayacak muhkem, harikulâde bir ses, söz ve mana mimarîsidir.

İSTİKLÂL MARŞIMIZIN ANLAM ve ÖNEMİ

İstiklâl Marşı’nın yazıldığı tarihte Anadolu’nun birçok şehri işgal altındaydı. Muazzam bir devleti dört yıl gibi kısa bir sürede kaybeden Türk milletinin bağımsızlığı tehlikedeydi.
Âkif’in İstiklâl Marşı’nı yazması kolay olmamıştır. Bu güçlük, şairin sanatçılığı yönünden değildi. Şairi bu marşı yazmaktan alıkoyan sebep, bunun için para mükafatının konmuş olmasıydı. Türk milletinin istiklâl ve vatanseverliğini para için terennüm etmek ona ters geliyordu. Bu yüzden açılan yarışmaya katılmadı. Yarışmaya yüzlerce şiir gelmesine rağmen bunların hiçbiri beğenilmedi. Zamanın Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver istenilen marşın yazılamadığı kanaatindeydi. Ona göre bu marşı ancak M.Âkif yazabilirdi. Para ödülünün kaldırıldığını söyleyerek marşı yazmasını rica etti. 724 eser arasından seçilen 7 şiir Büyük Millet Meclisi’nde okundu ve Âkif’in şiiri arka arkaya üç defa okunarak kabul edildi.
Burada İstiklâl Marşı’nın belirtilmesi gereken bir yönü de gerek söz, gerekse şiir kalitesi bakımından yeryüzündeki millî marşların hiçbiriyle ölçülemeyecek kadar üstün ve zengin mânalı bir şiir olmasıdır. Bu marş, Türk milleti gibi dünyaya hâkim olmuş bir milletin bir gün istiklâlini kurtarmak zorunda kalışındaki çelişkiyi de dile getirmektedir.
Mehmet Âkif, bütün şiirlerinde sosyal konulara yer veren, söylediklerini gerçekten duyan bir şairdir. İstiklâl Savaşı’na katılanların duygu ve inançlarına bizzat sahip olduğu için onlara en iyi şekilde tercüman olmuştur.

Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın
Kim bilir beliki yarın belki yarından da yakın

mısraları gelecekten ümidini kesmediğini ve Allah’ın Türk milletine göstereceği mutlu günlere olan inancını gösterir. Bu mısralarda ifade edilen inanç sayesinde askerin morali yükselmiş ve zaferin kazanılmasında katkısı büyük olmuştur.
İstiklâl Savaşı Türk milletinin ölüm kalım savaşıdır. Böyle yıllarda milletler kendilerini yaşatan temel değerlerin farkına varırlar. Vatan, millet, hürriyet, bağımsızlık ve din gibi kavramların önemi barış ortamlarında pek anlaşılmaz. Hatta onları umursamayanlar bile vardır. Milleti ölümle burunu buruna getiren savaşlar bu değerlerin ne m^na ifade ettiğini anlamalarına yol açarlar. Bunlar öyle kuvvetli kavramlar haline gelir ki onlar olmadan yaşanamaz. Bundan dolayıdır ki millet onlar uğruna ölümü göze alır.

Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O, benim milletimin yıldızıdır, parlayacak,
O, benimdir; o, benim milletimindir ancak!

Bu kıtada söz konusu olan “al sancak”tır. Al sancak Türk milletinin sembolüdür. Türk bayrağının al rengi, şairde alevi çağrıştırır. Türk milletinden bir aile yaşamaya devam ettiği müddetçe bu bayrağın alevi bu şafaklarda sönmeyecektir.
Gökteki yıldıza kimsenin elini dokunduramayacağı gibi Türk milletinin yıldızı olan bayrağa da kimse el süremez. Bayrak için “o, benim milletimindir” diyerek onu sahiplenir.

Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl...
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!

Bu mısralarda Türk bayrağını kendisini kıskanan sevgiliye benzetir. Yurdumuzu işgal eden Yunanlılar’ın, Fransızlar’ın, İngilizleri’in bayraklarının varlığı Türk bayrağını üzmüş ve kaşlarını çatmasına yol açmıştır. Şair bunun askerin moralini bozacağını düşünerek ondan kaşlarını çatmaması gerektiğini, başka bayrakların oluşuna kendi rızasının olmadığını anlatmaya çalışır.
"Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl" mısraında “Hak” kelimesi birkaç anlamda kullanılmıştır. Bunlardan biri Allah, diğeri adalettir. Âkif bu sözleriyle istiklâl ve hak kavramı arasında ilgi kurar. Allah’a ve adalete inanan Türk milletinin ebediyyen bağımsız yaşama hakkına sahip olduğunu düşünür.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

mısralarında milletimiz ile düşmanlar karşılaştırılmıştır. Batı maddî silahlarının üstünlüğüne güvenerek Türkiye’ye saldırmıştır. Düşmanların silah üstünlüğüne karşı Türkler’in hiçbir şey ile sarsılmayan “iman”ları vardır. İnsanı üstün kılan şey maddî gücü değil, imanıdır. Manevî değerlere dayanmayan güç insanî bir değer taşımaz. Tarih, inanan insanların buna benzer sayısız zaferleriyle doludur.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?

mısraları da çok zaman yanlış anlaşılıyor. Buradaki “ulusun” kelimesinin büyüksün manasından ziyade “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar bırak ulusun dursun” anlamındadır. Fakat Avrupa ile ilişkilerin düzelmesinden sonra büyüksün anlamının olduğu da düşünülmeye başlanmıştır. Ülkemize saldıran, kadın, çoluk çocuk demeden insanımızı öldüren düşmanlara savaş anında “canavar” denmesi aslında garip bir ifade değildir. Canavarların dahi yapmayacağı vahşeti yapanlara, üstelik bunu barbar olduklarını iddia ettikleri Türk milletine medeniyet götürüyoruz iddiasıyla gerçekleştirenlere şair ne demeliydi? Batı, o devirlerde Türkler’i barbarlıkla suçlamıştır, vatanımıza saldırmalarında bu saçma düşüncelerinin payı büyüktür. Maalesef bazı Türk aydınları da barışseverlik adına bu mısralara bakarak bir ara Âkif’i medeniyet düşmanı olarak göstermeye çalışmışlardır. Bu konuda sağ duyu galip gelmiş, bu iddialardan vazgeçilmiştir. Şair medeniyeti değil medeniyet adına yurdumuzu işgal edenleri suçlamaktadır. Maddî kuvvet ne kadar zalim olursa insanlık nazarında o kadar alçalır. Hiçbir kuvvet zulmü ve saldırganlığı meşru kılamaz.
"Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı" mısraında şair Türk Devleti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’de dile getirdiği “Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini müstevlîlerin siyâsî emelleriyle tevhit edebilirler” sözlerine benzer bir uyarıda bulunuyor. Türk insanına maddî menfaat için vatanını satmamasını öğütlüyor.
İstiklâl kavramı vatan kavramı ile yakından ilgilidir. Her millet için üzerinde yaşadığı toprak onun için hayatî öneme sahiptir. Vatan, tarih, din ve milletin kaynaştığı yerdir. Milletler yüzyıllar boyunca yaşadıkları vatanla öylesine kaynaşırlar ki onları birbirinden ayırmak büyük sıkıntılara sebep olur.

Rûhumun senden, İlâhî şudur ancak emeli:
Değmesin mâbedimin göğsüne nâ-mahrem eli
Bu ezanlar -ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

Sekizinci kıtada “din”in önemi ve yüceliği anlatılmıştır. Âkif’in bir müslüman olarak Allah’tan istediği en büyük şey mabedine yabancıların el dokunmaması ve dinin temeli olan ezanların yurdu üzerinde ebedî olarak inlemesidir.
Şu ezanlar -ki şahadetleri dinin temeli-
mısraında “şahadet kelimesi şahitlik mânasına geldiği gibi ezanda geçen “Eşhedü en lâ ilâhe illallah, eşhedü enne Muhammeden resulullah” sözleri de kelime-i şehadeti karşılar. Bir kimsenin müslüman olmasının ilk şartı bu sözleri söylemesi ve bunlara inanmasıdır. Ülkemizde beş vakit okunan ezanlar milletimizin müslüman oluşuna şahadet etmektedir.
Başparmaktan sonra gelen parmağa şehadet parmağı denir. Şairane bir ifade ile göklere uzanmış minareler de şehadet parmağına benzer.
Türk tarihinde “din”, “vatan”, “millet” ve “istiklâl” duyguları yüzyıllar boyunca birbirine bağlı olarak yaşamış ve gelişmiştir. Türk milletinin varlığını bugünlere kadar getirmede ve dünyada söz sahibi olmasında bu değerlerin rolü tahminlerin ötesinde çok olmuştur.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım;
Her cerîhamdan İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır, rûh-u mücerred gibi yerden na‘şım
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

Bu dörtlükte konuşan şehittir. Türkler din ve vatan uğrunda canlarını her zaman seve seve vermişlerdir. İnancımıza göre şehitlerin doğrudan cennete gidecek olmaları da bunda etkili olmuştur.

İstiklâl Marşı Türkiye’de almış yıldır hemen hemen her gün söylenilmektedir. Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyeti’nde yetişmiş nesillerin en önemli sosyal bağlarından birini oluşturmaktadır. Okullarda, kışlada, meydanlarda, statlarda herkesin bir ağızdan saygı ve heyecanla söylediği ve dinlediği bir marştır. O, artık bizim millî birliğimizin yaşanan sembolü haline gelmiştir.
Şanlı tarihimiz Kurtuluş Savaşı gibi yüzlerce zaferle doludur. Dünyadaki milletlere baktığımızda esarete hayır diyen, bağımsızlık mücadelesini canı pahasına yapan toplumlar arasında Türk milleti ilk sıralarda yer almaktadır.
Çağımızda ön planda olan soğuk savaşlardır. Teknolojide, düşüncede, sanatta bir yarış söz konusudur. Vatan, millet, bayrak söz konusu olunca inanılmaz bir gayret içine giren Türk insanı bilimde, sanatta, siyasette, sanayide, ekonomide aynı azmi ne yazık ki gösterememektedir. Türk milleti Kıbrıs Barış Harekatı’nı saymazsak yetmiş yıldır savaş yüzü görmediği halde yapması gereken atılımları gerçekleştirememiştir. Tam bağımsızlıktan söz edebilmek için aydınlarımızın, sanatçılarımızın, ilim adamlarımızın, mühendislerimizin, siyasetçilerimizin de bağımsız düşünmeleri, “Avrupa ne der” endişesini bir tarafa bırakmaları gerekir.
İstiklâl Marşı’ndaki manevî duygular bugün için de önemini korumaktadır. Onları korumada gösterilecek ihmalkârlık milletimizin varlığına kastetmek olacaktır. Bu düşüncelerle marşımızı dinlemek, yeniden marş yazılmasına gerek duyulacak şartlarla karşılaşmamak için daima uyanık bulunmalıyız.
Âkif’in ölümünden kısa bir müddet önce şairi ziyaret edenlerden birinin, İstiklâl Marşı için:
- Acaba, yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı? demesi üzerine şairin:
-Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın! duasına katılıyor, marşımızın milletimizin bağımsızlığına kavuşmasına olan katkısının varlığının devamına da vesile olmasını temenni edi.


İstiklal Marşı’nın Kabulü
(12 Mart 1921)

Osmanlı İmparayorluğu’nun son dönemlerinde çalınan ve söylenen marşlar, padişah için bestelenen marşlardı.
Avrupa’ya giden temsilcilerimiz güç durumda kalırlardı. Çünkü ulusal marşımız yoktu.
Atatürk, özgürlük savaşını kazanıp genç Türkiye Cumhu-riyeti’ni kurunca, bir İstiklal Marşımızın olması gerektiğini belirtti. İsmet Paşa, o sıralarda Batı Cephesi komutanıydı. İsmet Paşa’nın önerisi ile Milli Eğitim Bakanlığı bir yarışma açtı. İsmet Paşa “Biz ordu olarak İstiklâl Marşı sözü yarışması için 500 lira, bestesi için de 1000 lira ödül koyuyoruz.” dedi. Şunu eklemeyi unutmadı: “Bu marşta Mehmetçik tüm benliğini bulmalı, bu ölüm kalım savaşında ona ve ulusa bir dua gibi dudaklarımızdan eksik olmamalı.”
Açılan yarışmaya 724 şiir geldi. Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey, bunların yetersiz olduğunu ve ulusun benliğinden fışkıran bir ses, bir güç olmadığını gördü. Bunun üzerine İstiklal Marşımızın şiiri, Burdur Milletvekili Şair Mehmet Akif Ersoy’dan istedi. Mehmet Akif, bu işin para ile değil vatan aşkıyla yapılabileceğini söyledi. Para konmasını eleştirdi.
Mehmet Akif, Ankara’da Tacettin Dergâhı’nda, küçük bir odada gaz lambasının sarı ışığı altında sabahlara kadar uyuma-dı ve şiiri yazdı. Kahraman ordumuza ithaf ettiği bu şiiri komutanlar cephedeki askerlere gönderdi. 724 şiirden seçilen seçilen iki şiirle birlikte Mehmetçiklere okundu. Mehmetçik, Mehmet Akif’in şiirini seçti. Bunun üzerine Karasi Milletve-kili Meclis Başkanlığına bir önerge verdi. Bu önergede şiirin Hamdullah Suphi tarafından okunması isteniyordu. Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi kürsüye geldi. Tok sesi ile şiiri okudu. Meclis üyeleri şiiri ayakta alkışladılar. Bunların arasında Mustafa Kemal de vardı. Seçilen şiirin ilk iki kıtası beste yarışmasına sunuldu. Gelen 24 beste arasında Osman Zeki Üngör’ün bestesi birinci oldu. Osman Zeki Üngör, bu besteyi İzmir’e giren süvarilerimizin ilhamı ile yazdığını söyledi.
Bir gün bir coşku ve gururla söylediğimiz ve bir bayrak, bir dil, bir yurt gibi koruduğumuz İstiklal Marşımız, Dünya durdukça mavi göklerde yankılanacaktır.

istiklala marşı ingilizcesi, istiklal marşının ingilizcesi, mehmet akif ersoyun seyfi baba romanının teması ve yazıldıgı dönem, herşeyin ingilizcesi, istiklal marşının yazıldıgı sebepler, istiklal marşı ne duygularla yazildi, istiklal marşı nın ingilizcesi, istiklal marşı 10kıtasının ingilizcesi, istiklal marşı 10 kıtasının ingilizcesi, mehmet akif istiklal marşını hangi şartlar altında yazdı, istiklal marşı ingilizcesi, istiklal marşı hakkında, istiklal marşı kaç kıtadan ve kaç dizeden oluşur, istiklsl marşının ingilizcesi, istiklal marşının 10 kıtasının ingilizcesi, istiklal marşındaki açıklaması ve bilinmeyen kelimelerin anlamı, istiklal marşının yazıldığı dönem, istiklal marşının ingilizcesiniyaz, istiklal marşının özellikleri, istiklal marşı özellikleri, istiklal marşının bilinmeyen kelimeleri ve anlamları, istiklal marşı kıtalarının teması, istiklal marşı kaç kıtadan oluşuyor, istiklal marşımız ile ilgili herşey, istiklal marşı hakkında herşey,


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder