Sosyal ve Kültürel Alanda Yapılan İnkılaplar - Ders Kitabı Cevapları

Yeni Yayınlar

Mayıs 06, 2018

Sosyal ve Kültürel Alanda Yapılan İnkılaplar

Edit
 DERS KİTABI CEVAPLARINA BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ! 

Sosyal ve Kültürel Alanda Yapılan İnkılaplar 

Cumhuriyetin ilanından sonra ülkemizde sosyal ve kültürel alanda yapılan inkılaplar ve yenilikler ile ilgili olarak detaylı bilgiler.
Din ve Devlet İşlerinin Birbirinden Ayrılması (Laiklik):


Osmanlı devleti zamanında memlekette pek çok tekke, zaviye vardı. Bunlar dinsel birer nitelik taşıyorlardı. Tekkeler ve zaviyeler zamanla birer tembellik yuvası haline gelmiş, memleketin sosyal yaşayışında ve ahlâkı üzerinde büyük bir değişiklik yapmıştı.

Sosyal ve Kültürel Alanda Yapılan İnkılaplar
Sosyal ve Kültürel Alanda Yapılan İnkılaplar 

Atatürk, şapka giydiği son Kastamonu gezisinden döndükten sonra, memleket ve millet için bir zarar olan ve dinle hiç bir ilgisi olmayan tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasına, bilgin sınıfının, devlet memurlarının kıyafetlerine ilişkin üç kararname çıkarttı (2 Eylül 1925).

Din alanında yapılan bu ilk değişikliklerden sonra din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması yoluna gidildi. Laiklik kabul olunarak devletin din işlerine karışması tüm önlendi (1928).

Hukuk Alanında Yapılan İnkılaplar:

Türkiye Cumhuriyeti ilan edildiği zaman memleketin hukuk işleri gene eski halindeydi. Memleketimizde iki çeşit mahkeme vardı. Halbuki Türkiye bir Batı devleti olmaya karar vermişti. Batı uygarlığı ise ancak onun kural ve kanunlarını benimsemekle mümkün olabilirdi. Bunun içindir ki, cumhuriyetin ilânından sonra hukuk alanında büyük bir yenilik hareketi başladı. İlk iş olarak İsviçre Medenî Kanunu göz önünde tutularak bir Türk Medenî Kanunu yazıldı. 17 şubat 1928’da kabul olunarak yürürlüğe girdi. Daha sonra İtalya Ceza Kanununa göre de bir Türk Ceza Kanunu hazırlandı. Bu arada Ankara’da bir Hukuk Mektebi (Şimdiki Hukuk Fakültesi) açıldı.

Medenî Kanun kabul edilmeden önce memleketimizde Türklerle Hıristiyanlar arasında hukuk bakımından ayrılık vardı. Lozan antlaşması memleketimizdeki azınlıklara bazı haklar tanımıştı. Medeni Kanunumuzun yayınlanmasından sonra bunlar devlete baş vurarak kendilerinin de bu kanundan yararlanmalarını istediler. Eski haklarından vazgeçtiler. Bu suretle memleketimizde kanun bakımından Müslüman ve Hıristiyan ayırımı kalmadı.

Kadın Hukuku Üzerinde Yapılan Yenilikler:

Osmanlı devletinde kadının hiç bir sosyal hakkı yoktu. Çünkü İslâmlık kadınlara siyasal ve sosyal haklar tanımamış, onu erkekten ayrı bir yaratık gibi kabul etmişti.

Kadını, bu kötü durumdan cumhuriyet devri kurtardı. Onu sosyal hayatta lâyık olduğu yere yükseltti. Erkeğin arkadaşı, evin temeli çocuklarının gerçek eğiticisi olduğunu tanıdı. Yaptığımız yeni devrimlerle kadınlara da siyasal ve sosyal bütün haklar verildi. Bugün Türk kadını, erkeklerden hiç bir konuda ayrı değildir. Dün evlerinin harem dairelerinde kafes arkasında oturan kadınlarımız, bugün öğretmen, yargıç, doktor, mühendis, mimar ve milletvekili olarak çalışmakta, ve her türlü iş hayatına da atılmış bulunmaktadır.

Atatürk ve Şapka Devrimi
Atatürk Kastamonu’da Şapka ile halkın arasında…

Şapkanın Kabulü ve Kılık Kıyafette Yapılan Yenilikler:

Osmanlı Türkleri türlü kılık ve kıyafette gezerlerdi. Başlarına kavuk, takke, sarık, külâh, kalpak, börk gibi çeşitli başlıklar takarlardı. Giyinme konusunda da hiç bir usul ve disiplin yoktu. Herkes canının istediğini giyerdi. Bu arada imparatorluğa bağlı başka milletler de ayrı kılıktaydılar.

II. Mahmut zamanında (1808 – 1893) bu kadar çeşitli olan kılığa bir de keçeden yapılmış olan kırmızı Fes eklendi (Bak. II. Mahmut’un resmi). Fes, zamanla Türklerin millî bir başlığı haline geldi. İmparatorluğun her tarafında kısa, yassı, sivri olmak üzere biçim değiştirerek kabul olundu. Saksıya benzeyen fesin tepesinde yana sarkan ibrişim bir püskül de bulunurdu.

Fesle birlikte II. Mahmut zamanında setre, pantolon denilen ve o devirde uygar bir kıyafet sayılan elbise de kabul olunmuştu. Fakat Sultan Mahmut bunları zorla kabul ettirmişti. O zaman bunlara «gâvur icadı» diye bakıyorlar, bu kıyafete girerlerse dinden çıkacaklarını sanıyorlardı. Bununla beraber Tanzimat devirlerinde devlet memurları arasında şöyle böyle bir kılık beraberliği sağlanmıştır. Fakat halk gene bildiği gibi giyinmekte ve sokaklarda istediği kılıkta gezmekteydi.
İkinci Meşrutiyet zamanında fesin yanına, önünde bir güneşliği bulunan ve Kabalak denilen bir başlık eklenmiş, özellikle askerler arasında yayılmıştı. İstiklâl Savaşı sırasında ise kalpaklar giyildi. Hatta kalpak, İstiklâl Savaşının bir sembolü haline geldi.



Cumhuriyetin ilânından sonra, her işte olduğu gibi, kılık kıyafette de büyük bir devrim yapıldı. Atatürk, yurt içinde yaptığı bir gezi sırasında Kastamonu’ya uğrayacaktı. Halk onu karşılamaya çıkmıştı. Fakat herkes, Atatürk’ü, elinde bir panama şapka ile görünce şaşırdı. Atatürk bu hareketiyle millete, fesin kaldırılmasının, yerine şapka giyilmesinin gerekli olduğunu göstermiş oluyordu. Bunun üzerine memlekette esaslı bir kılık kıyafet devrimine girişildi. Şapka Kanunu çıkmadan önce hemen herkes şapka ile gezmeye başladı. Hükümet bu kanunun kabulünden önce kılık kıyafette uygar bir hale gelmemizi sağlayan bir kararname kabul etti (2 eylül 1925). Bundan başka bir süre sonra da TBMM Şapka Kanununu kabul etti (25 kasım 1925).

Uluslararası Saat, Takvim ve Ölçülerin Kabulü:

Osmanlı devleti zamanında, bir Müslüman takvimi olan hicret yılı takvimi kullanılırdı. Bu takvim de ayrıca güneş hicret yılı takvimi ve ay hicret yılı takvimi olmak üzere ikiye ayrılırdı. Takvimin böyle çeşitli oluşu ve ayrı ayrı yerlerde kullanılışı her işte büyük zorluklar ve karışıklıklar doğuruyordu.

Saat da takvim gibiydi. Memlekette alaturka denilen bir saat sistemi kullanılırdı. Takvimin ve saatm ayrı olması milletlerarası ilişkilerde birçok zorluklara yol açıyordu. Bu yüzden, tren, posta, telgraf ve saat işleri hep bozuk gidiyordu.

Bu arada memleketimizde hâlâ eski sistem ağırlık ve uzunluk ölçüleri hemen memleketin her’yerinde başka bir ölçüdeydi. Örneğin, batman kimi yerlerde 2,5 okka, kimi yerlerde ise 6 okka ve bir okka dört yüz dirhem idi. Uzunluk ölçüleri arasında da eşitlik yoktu. Kimi yerlerde arşın, kimi yerlerde ve işlerde ise endaze denilen ölçüler kullanılırdı. Para sistemimiz de bozuktu, imparatorluk zamanından kalma altm, gümüş, nikel, kâğıt gibi çeşitli paralar vardı. Bunların hesapları da başka idi. Kimi yerlerde sağ para, çürük para gibi tuhaf hesaplar yapılırdı. Bütün bu bozuklukları düzeltmek, bizi uygarlık dünyasına bağlayacak olan milletlerarası ölçüleri kabul etmek zorunluluğu vardı. Bu amaçla önce 26 aralık 1925’te kabul edüen bir kanunla milletlerarası takvim (milât takvimi) ve saat (alafranga saat) kabul olundu. Bunun arkasını başka yenilikler izledi. Bu arada harf devriminden önce yeni rakamlar da kabul olundu. (24 mayıs 1928). Bu, kültür alanında yaptığımız büyük Harf Devrimine bir hazırlıktı. Nitekim birkaç ay sonra da büyük devrim yapıldı.

Yeni Türk Alfabesinin Kabulü:

Cumhuriyet devrinin kültürel alanda yapmış olduğu devrimlerin en önemlilerinden birisi de şüphe yok ki, Harf Devrimidir.

Türkler Müslüman olmadan önce kendilerinin malı olan Türk harfleriyle (Göktürk ve Uygur yazıları gibi) yazar ve okurlardı. Müslüman olduktan sonra, bu eski Türk harflerini bıraktılar. Yerine Arap harflerini aldüar. Arap yazısı ile birlikte Türkler arasında İslâm kültürü de yayıldı. Türkler kendileri de bu kültürün ilerlemesinde büyük bir rol oynadılar. Hele Arap harfleriyle yazı yazmakta çok ileri gittiler.



Arap harflerinin okunması, yazılması ve hele öğrenilmesi pek zordu. Bu yüzden memlekette bilgi gelişmiyor ve okumak yazmak bilenlerin sayısı azalıyordu. Okuma ve yazma öğrenmenin zorluğu karşısında birçok kimseler okumaktan kaçıyorlardı. Zaten memlekette okumak zorunluluğu da yoktu. Halbuki yeni Türkiye’nin her alanda olduğu gibi, bilgi alanında da hızla gelişmeye çok ihtiyacı vardı. Türkiye’nin ilerlemesi, bizi geride bırakmış olan Avrupalılara bu alanda da yetişmesi gerekiyordu .Bu iş için bir tek çare vardı, o da okuma ve yazmayı kolaylaştırmaktı.

işte Atatürk bunu düşündü. Bunun için de yeni Türk alfabesinin ya-püması gerekli olduğunu anladı. 1927 yılından başlayarak harflerin değiştirilmesine karar verildi. Fakat bu iş ancak 1928 yılında başarıldı. Atatürk bu işle kendisi herkesten çok uğraşıyordu. Hatta bu işi kolaylaştırmak için Türk dilcilerinden bir komisyon meydana getirdi. Komisyon 26 haziran 1928 tarihinden itibaren istanbul’da Dolmabahçe Sarayında çalışmalarına başladı.

Yeni Türk alfabesini kabul eden kanun 3 kasım 1928 tarihinde TBMM tarafından tam oyla kabul olundu. Bunun üzerine Türkiye’de büyük bir devrim hareketi başladı. Az zamanda yeni harfler öğrenildi. Bu işin sağlanması için her yerde halk okulları açıldı.

Soyadı Kanununun Kabulü:

Türk milleti çok eskiden beri sağlam aile temellerine dayanıyor, herkes soyunu sopunu biliyordu. Sonraları İslâmlık ve Osmanlılık siyaseti, Türklüğün bu güzel görenek ve geleneklerini baltaladı. Türk milleti, zamanla soyuna sopuna önem vermez oldu. Soyadı yerine herkes bir lakap ve san taşımaya başladı. Bir zaman geldi ki, soyunu değil, büyük babasını bile unutanlar oldu.

Bu durum Cumhuriyet devrine kadar sürdü. Nihayet 21 haziran 1934 tarihinde kabul olunan Soyadı Kanunu ile herkes asıl adından başka bir de soyadı taşımaya başladı. Aynı yılın 26 kasımında T. B. M. Meclisi kabul ettiği bir kanunla, Türk milletinin büyük önderi Gazi Mustafa Kemal’e Atatürk soyadını verdi. Mustafa Kemal bu tarihten sonra hep Atatürk adiyle söylenmeye başladı. Meclisin bu kararı çok yerindeydi. Mustafa Kemal gerçekten Türk milletinin Ata’sıydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder