Şube Müdürlüğü Sınavı Atatürk İlke ve İnkılapları Ders Notları 2018 - Ders Kitabı Cevapları

Yeni Yayınlar

Ocak 21, 2018

Şube Müdürlüğü Sınavı Atatürk İlke ve İnkılapları Ders Notları 2018

Edit
 DERS KİTABI CEVAPLARINA BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ! 

Şube Müdürlüğü Sınavı Atatürk İlke ve İnkılapları Ders Notları 2018

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ
LKurtuluş Savaşı
Osmanlı Devleti 20. yüzyılda; önce Trabîusgarp sonra da Balkan Savaşlarmda toprak kaybetmiştir. Sonuçta gücü tükenmiş, hazinesine el konmuş ve Avrupa'nın hasta adamı olarak adlandırılır hale gelmiştir. Bu durumdaki Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşma Almanya'nın yanında girmiştir. Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşını yenik halde bitirdiği antlaşma 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşmasıdır. Antlaşma I. Dünya Savaşının galibi İtilaf Devletleri ile (İngiltere, Fransa ve İtalya) imzalanmıştır.


Mondros Ateşkes Antlaşması Osmanlı İmparatorluğu yönünden bir son, Türkiye Devleti yönünden de bir başlangıçtır.

Şube Müdürlüğü Sınavı Atatürk İlke ve İnkılapları Ders Notları 2018
Şube Müdürlüğü Sınavı Atatürk İlke ve İnkılapları Ders Notları 2018
Mondros Ateşkes Andlaşmasmdan sonra İtilaf Devletleri Osmanlı Devletini işgale başlamışlardır.
Mondros Ateşkes Andlaşmasmdan sonra işgalci devletlere karşı bir tepki olarak ortaya çıkan direniş ruhuna ve gücüne Kuvay» ı Milliye denir.

Atatürk, 9'uncu ordu müfettişi olarak Samsun'a gönderilmiş ve 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkmıştır.Samsun'da ve daha sonra gittiği Havza'da Atatürk'ün ilk işi milli birlik ve beraberliği sağlayıcı tedbirler almak oldu. Bütün yurtta işgallere karşı protesto mitingleri düzenlenmesini istedi.
Miîli irade kavramı ilk defa 22 Haziran 1919'da yayınlanan Amasya Genelgesi ile ortaya konulmuştur.

Amasya Genelgesi, Kongreler ve TBMM'nin açılışı, ulusal Devletin kurulma aşamalarıdır.
Türk ve yabancı araştırmacıların üzerinde birleştikleri bir gerçek de, Amasya Genelgesinin bir ihtilâl, bir bağımsızlık bildirisi oluşudur.

Amasya Genelgesi ulusal egemenlik yolunda atılan ilk adımdır. Erzurum Kongresine katılmak üzere Erzurum'a giden Atatürk hem ordu müfettişliğinden hem de askerlikten istifa etmiştir.
Erzurum Kongresi, 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında gerçekleşmiştir.
Erzurum Kongresinde alınan kararlarla, milli sınırlar içinde vatanın bir bütün olduğu ve asla parçalanamayacağı, manda ve himayenin kabul edilemeyeceği duyurulmuştur.
Milli egemenlik esasına dayanan bir devletin kurulması düşüncesi ilk defa Erzurum Kongresinde dile getirilmiştir.

Amasya Genelgesi ile yapılan çağrı üzerine Sivas Kongresi 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir.

Sivas Kongresinde, bütün milli cemiyetler Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiş ve Heyet-i Temsiliye (Temsilciler Kurulu) oluşturulmuştur.
Manda sorunu Sivas Kongresinde geniş boyutları ile gündeme gelmiş, tartışmaların odak noktası olmuş ve reddedilmiştir.
Sivas Kongresinde, Erzurum Kongresi kararları yinelenmiş, ulusal gücü etken, ulusal istenci egemen kılma ilkesi onaylanmıştır.
Sivas Kongresinin sona ermesinden hemen sonra, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin yaym organı olan İrade-i Milliye Gazetesi, ulusal istek ve emellerin savunucusu olmuştur.

Sivas Kongresinde Temsilciler Kurulu tarafından Ankara'daki 20'nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Cebesoy, Batı Anadolu Ulusal Kuvvetler Genel Komutanlığına atanmıştır.
İstanbul Hükümeti Amasya görüşmelerinde, Anadolu ulusal eylemini ve Temsilciler Kurulunu resmen tanımıştır.
Osmanlı Devletinin son Mebuslar Meclisi Misak-ı Milli'yi 28 Ocak 1920'de kabul ederek dünyaya duyurulmuştur.

Misak-ı Milli (Ulusal Ant) ile, Türk Vatanının bölünmez bütünlüğü vurgulanmış, Kurtuluş Savaşının amaçları duyurulmuş ve milli sınırlarımız çizilmiştir. Ulusal Ant, Türk Milletinin hür ve bağımsız yaşama hakkı için gerekli koşulları ortaya koymuştur.
Misak-ı Milli'nin duyurulması üzerine îtilaf Devletleri (İşgalci Devletler) 16 Mart 1920'de İstanbul'u resmen işgal etmiş ve Osmanlı Mebusan Meclisini (Mebuslar Meclisi) dağıtmıştır.
İstanbul'daki Mebuslar Meclisinin dağıtılıp kapatılması, Mustafa Kemal ve Temsilciler Kuruluna yeni bir olanak sağlamıştır. Yeni bir meclisin Ankara'da toplanması kaçınılmaz olmuştur.
Meclis-i Mebusan'm dağıtılması üzerine 23 Nisan 1920'de Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmıştır. Daha sonra TBMM Başkanı olarak Mustafa Kemal Paşa'nm başkanlığında TBMM Hükümeti kurulmuştur (3 Mayıs 1920). Böylece Türk Milleti Türkiye'nin idaresini eline almıştır.
İtilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında Sevr Antlaşması 10 Ağustos 1920'de imzalanmıştır.
Sevr Antlaşması ülkemizi parçalayan bir antlaşmadır.
Kurtuluş Savaşında vatanı düşman işgalinden kurtarmak için üç cephede bir çok devletle savaşılmıştır. Doğu cephesinde

Ermeniler, güney cephesinde Fransızlar ve Ermeniler, batı cephesinde İngilizlerin desteklediği Yunanlılarla savaşılmıştır.

I. İnönü Savaşı'nm kazanılması ile gücünü ispat eden TBMM hükümetiyle Sovyet Rusya arasında Moskova'da Dostluk ve İşbirliği Anlaşması 16 Mart 1921 'de imzalanmıştır.
Yunanlılarla I. ve II. İnönü Savaşı, Sakarya Meydan Muharebesi ve Başkomutanlık Meydan Muharebeleri yapılmıştır.
Türk ulusunun bağımsızlık sevgisini ve isteğini dile getiren "İstiklâl Marşı" II. İnönü Muharebesinden önce 12 Mart 1921 tarihinde TBMM'de kabul edilmiştir.
Il.înönü Muharebesi 23 Mart-1 Nisan tarihleri arasında gerçekleşmiş, Türk Ordusu silah ve asker sayısı bakımından çok üstün olan Yunan Ordusunu yenip geri çekilmeye mecbur etmiştir (1 Nisan 1921).

II. İnönü savaşından sonra Yunanlılar saldırmış, Türk ordusunu yenip Eskişehir'i de ele geçirerek Ankara'nın yollarına kadar ilerlemişlerdir. Bunun üzerine TBMM kendi yetkilerini Mustafa Kemal Paşaya vererek Ö'nu (5 Ağustos 1921) Başkomutanlığa atamıştır.
I, İnönü Savaşından sonra TBMM Hükümetinin ve ordularının direnişini kıramayan İngilizler, Sevr Antlaşmasının bazı maddelerini değiştirerek uygulatmak ve Ankara Hükümeti ile İstanbul Hükümeti arasındaki siyasi gerginlikleri artırmak amacıyla 21 Şubat» 11 Mart 1921 tarihleri arasında gerçekleştirilen Londra Konferansına iki hükümeti de çağırmıştır.
Mustafa Kemal, Başkomutanlık Kanununun kendisine tanıdığı yetkiler ile 7-8 Ağustos 1921 'de halkı maddi ve manevi bütün kaynaklarıyla Kurtuluş Savaşma çağıran Tekaîif-i Milliye Emirlerini (ulusal vergi yükümlülükleri) yayımlamıştır.
Yunanlılar 23 Ağustos 1921'de Türk mevzilerine saldırmış ve 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesi başlamış ve Yunanlılar yenilmiştir (13 Eylül 1921).
Sakarya Meydan Muharebesinden sonra 19 Eylül 1921'de Mustafa Kemal Paşaya "Gazilik" unvanı ile "Mareşallik" rütbesi verilmiştir.
Yurt içinde ve dışında TBMM'nin saygınlığını artıran bu zaferden sonra, Sovyet Rusya aracılığı ile doğu sınırlarımıza son şeklini veren Kars Antlaşması (13 Ekim 1921), Fransa ile Ankara Antlaşması ile Hatay dışında kalan bugünkü Türkiye-Suriye sınırı çizilmiş, Hatay'da özel bir yönetim kurularak Türklere geniş haklar verilmiştir.

Sakarya Zaferi'nden sonra düşmana kesin darbeyi vurmak üzere hazırlıklara başlanılmış, Büyük Taarruz 26 Ağustos 1922 günü sabahı başlamıştır. 30 Ağustos 1922'de Mustafa Kemal Paşa'nm bizzat yönettiği Başkumandan Meydan Muharebesi ile düşmana kesin darbe indirilmiş, 9 EylüTde İzmir'e ulaşılmıştır.

Silahlı mücadeleyi sona erdiren Mudanya Ateşkes Antlaşması 11 Ekim 1922'de imzalanmış, bu Antlaşma ile İstanbul, Boğazlar ve Trakya silahlı çatışmaya girilmeden kurtarılmıştır.

Mudanya Ateşkes Andlaşması 11 Ekim 1922 tarihinde, Türkiye, İngiltere, Fransa, İtalya devletleri arasında imzalanmıştır.
Lozan Barış Antlaşmasıyla bağımsız Türk Devleti 24 Temmuz 1923'de ilan edilmiştir.

ILLozan Barış Antlaşması ve Değerlendirilmesi
Suriye Sının: Fransızlarla aramızda imzalanan Ankara Antlaşmasında gösterilen sınır kabul edilmiştir.

Irak Sının : Irak sının sorunu çözümlenmedi. Bu konuda en önemli olan Musul sorununun dokuz ay içinde İngiltere ile Türkiye arasında dostça çözümleneceği kararlaştırıldı.
Batı Sının : Misak-ı-Milli'ye göre çizildi. Ancak bazı bölgelerin de elden çıkması önlenemedi (örneğin Batı Trakya). Karaağaç ve yöresi, Yunanistan'dan alınacak savaş zararlarını ödeme karşılığı elde edildi. İmroz ve Bozcaada ile Tavşan adaları bize kaldı. Diğer Ege adaları Yunanistan ile İtalya'nın egemenliğine bırakıldı. Ancak Yunanistan, Midilli, Sakız, Nikarya ve Sisam adalarını askerden arındıracaktı.

Yüzlerce yıl sürüp giden bütün kapitülasyonlar tüm sonuçları ile toptan kaldırılmıştır.
Bütün azınlıklar Türk uyrukludur. Doğu Trakya ile Anadolu'daki Rumlarla Yunanistan'daki Türkler
değiştirileceklerdi. Ama İstanbul'un yerlisi Rumlarla Batı Trakya'daki Türkler bu değişime tabi tutulmayacaklardı.

Savaş Tazminatları: Birinci Dünya Savaşı dolayısıyla bizden istenen tazminattan, geleceğe bir borç bırakılmadan ve hiçbir şey ödenmeden, büyük bir başarı ile kurtulma sağlanmıştır.
Yunanistan ise, Kurtuluş Savaşı dolayısıyla Türkiye'de büyük yakıp yıkmalar ve zulüm yaptığını, bunların askerlik kurallarına, uluslar arası geleneklere uymadığım, bu nedenle yaptığının tazmin edilmesi gerektiğini kabulleniyordu. Türkiye savaş tazminatı olarak Karaağaç ve yöresini alıyordu.
Devlet Borçlan Sorunu: 1854 yılından başlayarak Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar batı ülkelerinden aldığımız borçlar (Duyûn-u Umumiye) büyük bir toplam tutuyordu.
Bu borçlar, Osmanlı Devleti'nin parçalanması ile ortaya çıkan yeni devletlere, gelirleri oranında bölüştürülüyordu. Bize kalan bölümü ise, düzenli taksitlere ayrılmıştı.

Borçların ödenmesi üzerinde her türlü yabancı denetim ve gözetimine son verilmişti.
Boğazlardan, ticaret gemileri, barış zamanında ve Türkiye'nin tarafsız kaldığı bir savaş zamanında serbestçe geçiş hakkına sahip olacak, Türkiye savaşan bir devletse sadece tarafsız devletlerin gemi ve uçakları geçebilecek, savaş gemileri, barış zamanında ve Türkiye'nin tarafsız kaldığı bir savaşta, Karadeniz'e geçecek gemilere sayı ve tonaj bakımından sınırlamalar getirtilecek, Türkiye'nin harbe katılması halinde ise tarafsız devletlerin gemileri geçebilecekti.
Uluslararası Komisyonun güvencesi altında, Boğazların iki yakası askerden arındırılacaktı.
Boğazlardan geçişleri bir uluslar arası kurul düzenleyecek ve başkanı Türkiye'den olacaktı.
Lozan barışı ile yeni Türk Devleti varlığını bütün dünyaya kabul ettirmiştir.
Osmanlı İmparatorluğunun bıraktığı sorunların hemen hepsi çözülmüştür.
Bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi sınırlandıran pürüzlerin hemen hepsi ortadan kaldırılmıştır.
Azınlıklar konusu, Lozan Anlaşmasıyla büyük ölçüde hallolmuştur.
Bütün bu başarıları Türk Temsilciler Kurulu tek başına, başka hiçbir tarafın yardımı olmadan kazanmıştır.
Türkiye bazı isteklerini Lozan'da kabul ettiremedi.
Batı Trakya ile Ege Adaları (İmroz-Bozcaada dışında) geri alınamadı.

Musul ve Hatay, sınırlarımız dışında kaldı.
Boğazlar üzerinde denetim ve savunma hakkımız tanınmadı.
Osmanlı Devleti, Batı Trakya ve Ege Adaları üzerindeki haklarını Balkan Savaşları sırasında ve sonunda imzaladığı antlaşmalarla bırakmıştı. Devletlerarası hukuk açısından geçerli olan bu antlaşmalara uyulması gerekiyordu. Türk Temsilciler Kurulu gene de direnmiş, bu andîaşmaların geçerli olmadığım kabul ettirememiştir. Boğazlar üzerindeki kısıtlamalar 1936 yılında kaldırılmıştır.
Türkiye, o dönemin koşullarında ve o zamanki imkanlarıyla elde edebileceği her şeyi, özellikle tam ve gerçek bağımsızlığını kazanmıştır.
Halen geçerli olan bu Antlaşma, 20'nci Yüzyılın en uzun süreli barışını da kurmuştur; Dünyanın çok tehlikeli bir bölgesini güvenlik altına almıştır.
Lozan Barışı ile açık bırakılan Musul sorunu, 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşmasıyla, Musul ve çevresi Irak'a bırakılarak çözülmüştür.
20 Temmuz 1936 tarihinde imzalanan Montrö Sözleşmesiyle Lozan'da Boğazlara konan bütün sınırlamalar kaldırılmış, Türk Devletinin bölgede kesin egemenliği tanınmıştır.
Hatay, Hatay Meclisi'nin 29 Haziran 1939 tarihinde aldığı karar ve TBMM'nin 7 Temmuz 1939'da çıkarmış olduğu bir yasa ile Türkiye topraklarına katılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti hem genel hem bölgesel olarak barışı sağlamak ve sağlamlaştırmak için kurulan Milletler Cemiyeti'ne 1932, Balkan Antantı'na 1934, Sadabat Paktı'na 1937 yılında üye olmuştur.

IH. Atatürk İnkılâpları
Atatürk, Türk Milletinin çağdaşlaşmasını hedef edinen, tüm inkılâplarını halkla içice hazırlamış ve milleti inkılâba hazırlayarak zamanı geldiğinde yapmıştır.
İnkılâp; köhneleşmiş müesseselerin yıkılarak yerine çağdaş müesseselerin kurulmasıdır.
Atatürk'ün inkılâplarının başında Saltanatın kaldırılması gelir. 1 Kasım 1922'de Saltanat kaldırılmıştır.
Saltanatın kaldırılmasından sonra İstanbul Hükümeti istifa etmiş Padişah Vahdettin ise 17 Kasım 1922'de Ülkeyi terk etmiştir.
Milletin egemenliğini kendi elinde tuttuğu, egemenliğini seçtiği temsilciler aracılığıyla kullandığı devlet biçimi Cumhuriyettir.
TBMM'nin açılmasıyla ulusal egemenlik ilkesi kurumsallaşmıştır.
İlk TBMM 20 Ocak 1921'de ilk anayasa olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nu çıkarıp yürürlüğe koymuştur.
İlk TBMM'nin en önemli özelliklerinden biri de, siyasal düşünceleri ve dünya özlemleri farklı kişilerin yurdun düşmandan kurtarılması düşüncesinde birleşmeleridir.
İlk TBMM'de yasama, yürütme ve yargı yetki ve görevleri mecliste toplanmıştır. Meclisin üzerinde herhangi bir güç yoktur. Meclis başkam aynı zamanda hükümetin de başkanıdır.
1 Nisan 1923'de yeni seçim kararı alan birinci dönem TBMM yeni seçimlerin yapılmasından sonra 11 Ağustos 1923'te çalışmalarına başlamış, ilk iş olarak Lozan Barış Antlaşmasını onaylamıştır (23 Ağustos 1923). Meclis tarafından, 13 Ekim
1923'de Ankara'nın yeni Türk Devleti'nin Başkenti olduğu kabul edilmiştir.

29 Ekim 1923'de Cumhuriyet ilan edilmiştir.
Cumhuriyetin ilanından sonra ilk TBMM'de bulunan 158 milletvekilinin oy birliği ile Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin ilk cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Cumhuriyetin ilanıyla devlet başkanlığı sorunu çözülmüş ve meclisin seçtiği hükümet yerine kabine sistemi getirilmiştir.
Cumhuriyet döneminin ilk hükümeti İsmet İNÖNÜ'nün başkanlığında kurulmuştur.
Vahdettin yurdu terk ettikten sonra, TBMM Osmanoğullan hanedanından birini halife olarak tayin etmiştir. Halifenin var olması ülkede iki başlı yönetim varmış gibi görünüm yaratmaya başlamıştır.
Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı ve Halifeliğin kaldırılması ile Devleti lâikleştirme yönünde en önemli adım atılmış oldu.
3 Mart 1924'de Halifeliğin kaldırılması dışında, Şer'iye ve Evkaf vekaletleri kaldırılmış, Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmiştir.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim sistemi yeniden düzenlenmiştir. Öğretim birliği, karma eğitim, eğitimin yaygınlaştırılması, sosyal hayata uygun değişikliklerin yapılması benimsenmiştir. Tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır.
Tevhid-i Tedrisat Kanununun kabul edilmesiyle medreseler kapatılmış, yabancı ve azınlık okullarının dinî ve siyasi amaçlı öğrenim yapmalarına son verilmiştir.
Yeni Türk harfleri 1 Kasım 1928'de kabul edilmiştir. Anadolu'nun her tarafında kabul edilmiş olan Lâtin alfabesini öğretmek amacıyla Millet Mektepleri kurulmuştur.
1928 yılında kabul edilen " Türk Harfleri Hakkında Kanun" ile okuma yazma kolaylaşmış buna bağlı olarak okur yazar oranı artmıştır. Atatürk'e TBMM tarafından "Başöğretmen" unvanı verilmiştir.
Türk tarihi üzerinde çalışmalar yapmak üzere 1931 yılında Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti (Türk Tarih Kurumu) kurulmuştur.
Atatürk, Türk dilini sadeleştirmek, yabancı diller boyunduruğundan kurtarmak, herkes tarafından anlaşılmasını sağlamak amacıyla, 12 Temmuz 1932'de Türk Dil Cemiyetini (Türk Dil Kurumu) kurmuştur.
Atatürk, çok partili düzene geçme konusuna öncülük etmiş, hatta Cumhuriyet döneminin ilk siyasi partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkasını da 9 Eylül 1923'de kendisi kurmuştur.
Meclis içinde ortaya çıkan fikir ayrılıkları bir muhalefet grubu oluşmasına neden olmuştur. Daha sonra bu grup 17 Kasım 1924'de Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay'm Öncülüğünde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kurmuştur.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, eski rejim yanlılarının yöneldiği bir parti haline gelmiş ve Şeyh Sait öncülüğünde Doğu Anadolu'da bu partinin o bölgedeki yöneticilerinden ve üyelerinden bazılarının karıştığı bir isyan gerçekleşmiştir. Bunun üzerine 3 Haziran 1925'de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılmıştır.
1930 yılında Ali Fethi Okyar'm başkanlığını yaptığı, programında Cumhuriyetçilik, Lâiklik, Milliyetçilik ilkelerinin benimsendiği Serbest Cumhuriyet Fırkası adında bir parti kuruldu. Fakat bu partiye de zamanla rejim karşıtları sahip çıkmıştır. Bunun üzerine bu Parti, bizzat kurucuları tarafından 17 Kasım 1930'de kapatılmıştır.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile Serbest Cumhuriyet Fırkası'nm kurulması Türkiye Cumhuriyetinde çok partili hayata geçiş denemeleri olmuştur.
"Şeyh Sait Ayaklanması" ve "Menemen Olayı" lâikliğe ve Cumhuriyete bir tepki olarak çıkmıştır.
30 Kasım 1925'de çıkarılan bir kanunla tekke ve zaviyeler kaldırılmıştır. Böylece teldce ve zaviyelerde siyaset yapılması, onlara ait kullanılan cami ve mescitlerin istismar edilmesi önlenmiştir.
Kılık ve kıyafet inkılâplarıyla toplum içerisinde insanların dinîni, mezhebini, coğrafyasını gösteren kıyafet farklılıkları giderilmiştir. "Şapka İktisası (giyilmesi) Hakkında Kanun" 1925 yılında çıkarılmıştır. 3 Aralık Î934'de ise, din adamlarının, ibadet yerlerinin dışında dinî kıyafetler giymeleri yasaklanmış; yalnızca Diyanet İşleri Başkanı, Patrik ve Hahambaşı gibi kişilere, dinî kıyafetle dolaşma izni verilmiştir.
Türk kadınına 1930 yılında belediye seçimlerine katılma, 1934 yılında da milletvekili seçme ve seçilme hakla tanınmıştır. Türk kadını birçok Avrupa ülkesi kadınlarından önce sosyal ve siyasi haklara sahip olmuştur.
Ekonomik alanda millî bir ekonomi uygulanmıştır. Osmanlı Devletinin borçları ile Tekalifi Millîye kararları ile toplanan borçlar ödenmiştir.
Mevcut endüstri kurumlarını korumak ve yenilerinin kurulmasını sağlamak için alman önlemlerden biri de 1927'de çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanunudur.
Türkiye'de ilk defa 1934 yılından itibaren planlı kalkınma politikası izlenmeye başlanmıştır. I. Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlanmış ve uygulanmıştır.
1926 yılında kabul edilen Kabotaj Kanunu ile Türk, karasularında yalnız Türk gemilerinin yolcu ve mal taşıyabileceği kabul edilmiştir.
Türkiye'de 1930 yılından sonra devletçi, karma ekonomi rejimine geçilmiştir.
Tarıma dayalı ekonomiyi geliştirmek ve üreticiyi özendirmek için 1925 yılında "aşar" vergisi kaldırılmıştır.
17 Şubat 1923 yılında toplanan İzmir İktisat Kongresinde, ekonomik bağımsızlığın her kesimce korunacağına and içilmiş, böylece "Ulusal Ekonomi İlkesi" gerçekleşmiştir.
Toplumda kişisel ayrıcalıkları kaldırmak amacıyla 1934 yılında bazı unvan ve lakapların kullanılmasını yasaklayan kanun kabul edilmiştir.
1934 yılında isim benzerliği nedeniyle toplumda bazı karışıklıkları ortadan kaldırmak amacıyla, aile adı kullanılması yani her ailenin soyadı alması zorunluluğu getirilmiştir.
1934 yılında TBMM çıkardığı bir kanunla, Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadını vermiştir.
TBMM ilk anayasa olan Teşkilat-i Esasiye'yi 20 Ocak 1921 de kabul etmiştir.
Bu Anayasa'nm ilk maddesinde yer alan "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." hükmü, Türk milletinin devlet yönetiminde söz sahibi olmasını sağlamıştır.
20 Ocak 1921 Anayasası, diğer bir hükmüyle yasama, yürütme ve yargı TBMM'ne vererek kuvvetler birliği ilkesini benimsemiştir.

1921 Anayasası'na 29 Ekim 1923 de birinci madde olarak Türkiye Devleti'nin yönetim şekli Cumhuriyettir hükmü eklenmiştir.
20 Ocak 1921 Anayasası, 1924 yılma kadar yürürlükte kalmış, bu süre içindeki toplumsal ve ekonomik değişimler sonucunda 20 Nisan 1924'te yeni Anayasa kabul edilerek yürürlüğe konulmuştur.
1926 yılında kabul edilen Medeni Kanun, toplumsal yaşayışın laikleştirilmesi yönünde atılan en önemli adımdır.
Türk Medeni Kanunu ile;
Türk vatandaşları, aralarında din ve mezhep ayrılıkları gözetilmeksizin hak ve ödevler bakımından eşit olmuştur.
Birden fazla kadınla evlenme kaldırılarak, boşanma hakkı kadına da tanınmıştır.
Kadınlara her mesleğe girme hakkı verilmiştir.
Evlenme işleminde, resmi nikahın devlet tarafından yapılması esası getirilmiştir.
Mirastan kadınla erkeğin eşit olarak yararlanması ilkesi getirilmiştir.
Medeni Kanunun dışında diğer hukuk kuralları da lâik hale getirilerek Borçlar Kanunu, Ceza Kanunu, İcra ve İflas Kanunu, Hukuk ve Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu yeniden düzenlenmiştir.
IV. Atatürk İlkeleri
Atatürk İlkeleri, "Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Lâiklik, İnkılâpçılık olarak altı başlık altında toplanmıştır.

Atatürk İlkeleri, 1937 yılında yeni Türk Devletinin temel ilkeleri olarak Anayasaya girmiştir.
Cumhuriyet, devlet yönetiminde ulus egemenliğine dayanan ve serbest seçimi kabul eden, vatandaşın devlete, devletin de vatandaşa karşı hak ve ödevlerini en iyi düzenleyen bir yönetim biçimidir.
Atatürk Cumhuriyetçiliği, ulusal egemenliğe ve kişinin özgürlüğüne, yani demokrasiye dayanır.
Vatanın bütünlüğü, ulusun egemenliği ve bölünmezliği Milliyetçilik ilkesinin esasını oluşturur.
Atatürk'ün milliyetçilik ilkesi, Türk Ulusunu içtenlikle sevme, çağdaş bir toplum olarak yüceltme ve onun uğrunda her türlü Özveriyi gösterme anlayışıdır.
Atatürk'e, göre, dini, mezhebi, dili ne olursa olsun kendini Türk hisseden, Türk bilen ve Türk olarak yaşayan herkes Türk'tür. Bu anlayışın gereği olarak, bugünkü Anayasamızda, "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür." ifadesine yer verilmiştir.
Atatürkçülüğün milliyetçilik ilkesi; bütün milletlere saygı esasına dayanır, ırkçılığa karşıdır. Birleştirici bir niteliğe sahiptir.
Halk, Ulusun yaşayanlar bölümüdür. Yüreği yurt sevgisiyle dolu, ülke ve ulusun çağdaş uygarlık düzeyine çıkarılmasını amaçlayan ve bu yolda çalışan, ulus çıkarını her zaman, her yerde kendi çıkarının üstünde tutabilen herkes halktır.
Atatürkçülüğün halkçılık ilkesi; fert, aile ve sınıf egemenliğine izin vermeyen bütün vatandaşların kanun önünde eşitliği esasına dayanır. Millî egemenliği esas alır. Halkm kendi kendini yönetmesi demek olan demokrasiyi esas alır. Atatürk'ün halkçılık ilkesinde, hiçbir kişi, aile ya da zümreye ayrıcalık tanınmaz.

Atatürkçülüğün devletçilik ilkesi; Türkiye'nin en kısa zamanda kalkınması için özellikle ekonomik alanda fertlerin yapamayacağını devletin yapması esasına dayanır. Uygulama mantığında Devlet ve özel sektör asla birbirini yok etmeyecektir ilkesi vardır. Türkiye'nin o günkü ihtiyaçlarından doğduğundan Türkiye'ye özgüdür.
Atatürkçülüğün lâiklik ilkesi; vatandaşın din, vicdan ve ibadet hürriyetini sağlamak ve korumak, Devletin dini kurallara bağlı olarak yönetilmemesi, din ve Devlet işlerinin birbirinden ayrılması esasına dayanır.
Atatürk'e göre; laiklik dinsizlik, dine karşı olmak veya din düşmanlığı değildir. Laiklik, din ile dünya işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Yani Devletin din kuralları yerine; akla, bilimsel esaslara ve toplumun ihtiyaçlarına göre yönetilmesidir, Aynı zamansa laiklik, din ve vicdan hürriyetinin de teminatıdır.
Atatürkçülüğün inkılâpçılık ilkesi; zamanın gerisinde kalmış, fonksiyonunu yitirmiş kurumları kaldırarak yerlerine ilerlemeyi sağlayacak kurumların konması esasına dayanır. Ayrıca, yapılan devrimleri sürdürme ve geliştirme azmini de ifade eder.
Atatürk'e göre, yapılan inkılâpların amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görüşü ile uygar bir toplum haline getirmektir.

V. Atatürkçü Düşünceye Göre, Lâiklik-Hürriyet- Hoşgörü
Osmanlı Devletinde, Musevi tebaa 1494, Ermeniler 1567'de, Rumlar 1627'de kendi matbaalarım serbestçe kurabilmiştir.
Müslüman yurttaşlarının, matbaa kurabilmek için gerekli izin ve fetvayı 1727 yılma kadar beklemeye mecbur olmalarının sebebi, hat sanatçılarının muhalefeti ve devletin teokratik yapıya sahip oluşu idi.

Kanunların ve eğitim kurumlarının çağın ihtiyaçlarına uygun hale getirilemeyişi; mesela dinî azınlıklara mensup genç kızların sahip oldukları eğitim imkanlarından Müslüman kız çocuklarının yararlanamaması; azınlıkların sahip oldukları bir çok hak ve hürriyetlerden Müslüman tebaanın yararlanamayışı, hep devletin teokratik yapısından ileri geliyordu.
Cumhuriyet Türkiye' sinde herkes dinî inançlarında ve ibadetinde hürdür. Ancak, devlet işleri artık fetvalarla değil, aklın, bilimin, yurt ve dünya gerçeklerinin ve içinde yaşadığımız çağm gereklerine göre yürütülecektir.
Teokratik devlet yerine lâik devlet getirilmekle; dinî makamdan fetva almak zorunluluğu kaldırılmıştır.
Atatürk, "taassupsuzluk (tolerans)" başlığı altında kendi el yazısıyla, şunları yazmıştır: "Türkiye Cumhuriyetinde herkes Allah'a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılamaz."
"Türkiye'de bir kimsenin fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmesine müsaade edilemeyeceğini" de belirten Atatürk, "hürriyetin ancak herkese karşı taassupsuzluk göstermekle korunabileceği" düşüncesindedir.
Atatürk insanların böyle bir hoşgörüye ulaşabilmelerinin, "taassubun kökünden kurumasının" kolay olmadığını bilmektedir.
Atatürk'e göre, "çeşitli inanışta kimseler, birbirlerine kin, nefret besliyorlarsa, birbirlerini hor görüyorlarsa ve hatta sadece birbirlerine acıyorlarsa, bu gibi kimselerde
taassupsuzluk (hoşgörü) yoktur; bunlar mutaassıptırlar. Taassupsuzluk (hoşgörü) o kimsede vardır ki, vatandaşının veya herhangi bir insanın vicdani inanışlarına karşı hiçbir kin duymaz, aksine saygı gösterir".
Yine Atatürk'e göre, " hoşgörü'nün yaygınlaşması ve huy haline gelmesi fikri terbiyenin yüksek olmasına bağlıdır".

İnsanlar arasında, bağnazlığın ilk bakışta sanıldığından daha yaygın olduğuna dikkat çeken Atatürk, bağnazlık ile vicdan ve düşünce hürriyeti arasında sürüp giden mücadelede, bağnazlığı etkisiz hale getirmek için devlete de görevler düştüğü görüşündedir.
Devlet, vicdan ve düşünce hürriyetini hoşgörüden yoksun kişi veya zümrelerin saldırısından korumakla yükümlüdür.
"Atatürk, yurtta barış, huzur, birlik ve dirük isteyen; fakat düşünce hürriyetinin değerini de bilen; huzur ve asayiş ile mezar sessizliğini birbirine karıştırmayan bir önderdir.
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin "Fikri hür, vicdanı
hür" kuşaklarla yükseleceğini ısrarla anlatmıştır.
Vicdan ve düşünce hürriyeti, aslında, devletin insanlara bağışladığı bir lütuf değildir. İnsanın elinden kimsenin alamayacağı, vazgeçilmez, devredilmez bir haktır. Bu hakların bulunmadığı bir yerde insan haysiyeti korunamaz.
Bugün pek çok ülkede, hoşgörü ve vicdan hürriyeti, dinî bağnazlığın yerini almıştır.
Totaliter ideolojiler, hür ve demokratik düzeni yıkmak için örgütlenir, eyleme geçerlerse, şiddete başvururlarsa, bir hukuk devletinin ölçüleri içinde başka korunma tedbirleri de gerekebilir.
Ülkelerin içinde bulundukları şartlar, tehdit ve tehlikenin derecesi, her zaman aynı olmadığı gibi; toplumun tepkileri de ülkeden ülkeye değişmektedir. Atatürk'ün "Medeni Bilgiler" kitabı için yazdığı sayfalarda, bu konuyla ilgili olarak şu düşünceye rastlıyoruz:
"Gerçi hür olmak herkesin hakkıdır ve bunun için gerçek hürriyetçiler, hürriyetçi olmayanlara karşı da geniş davranılmasını isterler. Fakat, bunların, hiçbir zaman, ayaklan bağlı olduğu halde kurbanlık koyun durumuna razı olacakları asla kabul olunmamahdır".

Atatürkçü anlayışta, hoşgörü, kayıtsızlık anlamına gelmez.
Hürriyete inananlar için, bağnazlığa ve her türlü diktacı totaliter ideoloj iye karşı hür demokratik rej imin ve hukuk devletinin gereklerine daima saygılı kalarak hür düzeni savunmak hem bir hak, hem de bir görevdir.

Atatürk'ün önderliğinin nitelikleri şöyle sıralanabilir:
1-Değerli, başarılı, kişiliğini önceden topluma kabul ettirmiş olması;
2-Toplumun eğilimlerini, isteklerini, gelişme yönünü tüm genişliği ile kavraması;
3-Tespit ettiği eğilimleri ortaya koyup kabul ettirmesi, bu amaca varmayı sağlayacak yolları tespit edip uygulaması;
4-Amaca varmak için gerekli güçleri oluşturması.(Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi, Müdafa-i Hukuk Dernekleri, Heyeti Temsiliye, Türkiye Büyük Millet Meclisi,Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti). Olayları iyi tanımlaması, anlamlandırıp değerlendirmesi, olaylara uygun girişimlerde bulunması;
5-Bireylerden her birinin yeteneğini, niteliğini ve neler yapabileceğini bilmesi ve her birini yeteneğine uygun şekilde görevlendirmesi;
6-Amaca giderken karşılaşılacak durumları, çıkabilecek zorlukları, engelleri önceden hesaplaması, onlara karşı en uygun önlemleri alması;
7- Zamanın, olayların, kendi kişisel tutkularının, üstüne çıkabilmesi, böylece toplumun o günü ve geleceği ile bütünleşebilmesi.

Atatürk'ün yazdığı en önemli eser; Nutuk'tur. Bu eser Türkiye Cumhuriyeti'nin 1919-1927 tarihleri arasında geçirdiği gelişmeleri belgelerle destekleyerek anlatır.
Atatürk 29.10.1933 yılındaki Onuncu Yıl Nutku'nu "Ne Mutlu Türküm Diyene!" cümlesiyle bitirmiştir.
Birleşmiş Milletler Teşkilatının bir kuruluşu olan UNESCO 1981 yılında Atatürk'ün 100 üncü doğum yılım tüm dünyada kutlamıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder